08 Mayıs 2020

Yeni bir küreselleşme mi, ‘korona-milliyetçiliği’ mi?

Koronavirüs pandemisi akademisyenlere göre dayanışma ağlarının güçlendiği “yeni bir küreselleşmeye” veya ülkelerin içe kapandığı, gruplar arası ayrışmaların belirginleştiği bir sürece neden olabilir. Sorunların çözümü için ise “küresel yurttaşlığı” yeniden düşünmeliyiz

Koronavirüs pandemisi, dünyanın uzun süredir tanık olduğu tüm krizlerden daha küresel ve sarsıcı bir etki yarattı. Sosyal hayatın durduğu, ülkeler arası sınırların kapandığı, küresel politik ve ekonomik sistemin derinden etkilendiği bu sürecin dünya için bir dönüm noktası olabileceği tartışılıyor.

Pandemi sonrası bizi nasıl bir dünyanın beklediğini BİLGİ Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Prof. Dr. Emre Erdoğan ve BİLGİ Sosyoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Kenan Çayır ile konuştuk.

‘Bakış açımız değiştiği için dünya değişiyor’

BİLGİ Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Prof. Dr. Emre Erdoğan’a göre Koronavirüs pandemisi, tıpkı 1918 İspanyol Gribi, I. ve II. Dünya Savaşları, 11 Eylül 2001 saldırısı gibi tarihsel bir olay ve sonrasında ne biz ne de içinde yaşadığımız dünya eskisi gibi olacak.

Prof. Dr. Erdoğan, “Tarihsel olaylar, o olaylara maruz kalan ya da şahit olan insanların dünyaya bakış açılarını değiştirir. Yaşadığımız süreç, özellikle gençlerin geriye kalan hayatlarına bakış açılarını değiştiriyor. Koronavirüs pandemisi sonrasında kurumlar aynı kalabilir, coğrafya aynı kalabilir; ancak bakış açımız değiştiği için dünya da değişiyor. Pandeminin en büyük etkisinin bu yönde olacağını düşünüyorum” diyor.

İyimser ve kötümser senaryolar

Prof. Dr. Erdoğan, Koronavirüs pandemisi sonrasında bizi bekleyen dünyaya ilişkin tartışmaların iyimser ve kötümser olmak üzere iki senaryo etrafında şekillendiğini belirtiyor. Bu senaryolara göre bir tarafta salgın bittiği zaman daha dayanışmacı, daha paylaşımcı, adalete daha fazla önem veren bir dünyanın mümkün olduğunu düşünenler; diğer tarafta ise “insan insanın kurdudur” anlayışının kabul görüdüğü, sınırların ve ayrışmaların belirginleştiği bir süreci yaşayacağımızı ileri sürenler var.

Hangi senaryonun gerçekleşeceğini siyasi süreçlerin belirleyeceğini söyleyen Prof. Dr. Erdoğan, pandeminin yaratacağı sonuçlara ilişkin şu tespitlerde bulunuyor:

“Koronavirüs pandemisi sonrası dünyada yeni bir küreselleşme ya da dışa açılma doğabilir ya da ‘korona-milliyetçiliği’ ile birlikte otoriter rejimlerin yükselişi söz konusu olabilir. Neyin gerçekleşeceğini siyasi süreçler belirleyecek. Yaşadığımız krizin nasıl çözülebileceğine dair bizlerin, yöneticilerimizin ve ulusların yaptıkları tercihler etkili olacak.”

‘Ulusötesi kurumlar küresel bir çözüm üretemedi’

“Virüs sınır tanımıyor, aidiyet tanımıyor. Böyle bir küresel tehditle karşılaştığımızda buna küresel bir yanıt verebiliyor olmamız gerekiyor. Bunun bir miktar tıp alanında verildiğini görüyoruz; aşının geliştirilmesi, doktorların deneyimlerini paylaşmaları gibi… Ancak Dünya Sağlık Örgütü, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği gibi ulusötesi kurumlar krize müdahale etmekte yavaş kalıyor, yardımlar ülkeden ülkeye yapılıyor. IMF ve Dünya Bankası ellerinden geleni yaptıklarını düşünseler de salgının yarattığı ekonomik sorunlara küresel bir çözüm getiremiyorlar. Bu salgını atlattıktan sonra onun yarattığı sorunlarla karşı karşıya kaldığımızda yine aynı soruyu soracağız: Bunu tek başına mı halledecek ülkeler, yoksa beraber halletme yolu var mı? Beraber halledebilmemizin yolu, liderlerin ve siyasi birimlerin yalnızca kendi çıkarları odaklı düşünmeden, küresel bir çözüm iradesi ortaya koyabilmelerinden geçiyor.”

Koronavirüs pandemisinin dünyada popülizmin yükseldiği ve ulusötesi örgütlerin varlığının sorgulandığı bir döneme denk geldiğini belirten Prof. Dr. Erdoğan, pandeminin yarattığı sorunlara küresel bir çözüm üretemenin “önce benim ülkem” söylemlerinin güçlendiği siyasi bir içe kapanmacılığa neden olabileceğini belirtiyor.  

Despotik müdahale mi, toplum rızası mı?

Prof. Dr. Erdoğan’a göre Koronavirüs sonrası dünyada, toplumların nasıl idare edildiği de ayrı bir tartışma konusu olacak. Devletlerin pandemi sürecine müdahale yöntemlerinin başarısı toplumların özgürlükler ile güvenlik arasında yapacağı tercihlerde belirleyici olabilir.

Devletlerin virüs ile mücadelesinde despotik, rızaya dayalı ve süreci tamamen piyasanın dinamiklerine bırakan üç tür müdahale yöntemi benimsediğini söyleyen Prof. Dr. Erdoğan, “Bir yanda Çin örneğinde olduğu gibi ‘despotik devletin’ tüm gücüyle insanların özgürlüğü pahasına, gözetleme teknolojilerini devreye sokarak, ‘toplam savaş’ dediğimiz bir yöntemle müdahalesini görüyoruz. Diğer taraftan toplumsal bir rıza üretmekle ve insanların onayını almakla uğraşan ülkeler var. ABD örneğinde ise hiç müdahale etmeme ve süreci piyasanın dinamiklerine bırakma durumu var. Salgın ile mücadelede hangi yönetimin daha başarılı olduğu tartışılacak, çünkü salgının elle tutulur, gözle görülür bir sonucu var, o da insan yaşamı” diyor.

‘Etkinliği ve meşruiyeti birlikte düşünmeliyiz’

Bu noktada ‘etkinlik’ yani sonuç odaklı bir müdahalede bulunmak ile meşruiyet yani insanların onayını almak arasında bir gerilim olduğunu belirten Prof. Dr. Erdoğan, “Despotik devletin avantajı, rıza ile uğraşmaması, seçimi kaybetme gibi bir derdinin olmaması, hızlı sonuç alarak etkin olması. Kısa vadede sert bir müdahale salgınla mücadelede gerekli görülebilir; ancak biz yarın da hayatımıza devam edeceğiz. Siz meşruiyetinizi insanların rızasından değil, yaptığınız müdahalenin sonucundan alırsanız, örneğin göç ile veya enflasyonla mücadelede de benzer yöntemlerin kullanılmasını meşru kılarsınız. İkincisi, insanların onayını almadan müdahale ettiğinizde sizin politika tercihleriniz fikri alınmayan insanlar için; örneğin mevsimlik tarım işçileri veya göçmenler için etkin olmayabilir. Dolayısıyla rıza bu nedenle önemli. Etkinliği ve meşruiyeti bir arada düşünmeliyiz” diyor.

‘Gelişmiş ülkelerin’ kırılganlığı açığa çıktı

BİLGİ Sosyoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Kenan Çayır’a göre Koronavirüs pandemisi gelişmiş ülkelerin kırılganlığını açığa çıkararak Alman sosyolog Ulrich Beck’in “risk toplumu” kavramını bir kez daha doğrulayan bir sürece işaret ediyor. Prof. Dr. Çayır, şu tespitlerde bulunuyor:

“Yaşadığımız süreç, ‘gelişmiş’ olarak kodlanan toplumların da pandemi karşısında ne kadar zorlandıklarını ortaya koydu. ABD ve İtalya örneklerinde bunu görebiliyoruz. Risk altında olanların yanlızca görece yoksul, ‘gelişmekte olan’ veya ‘az gelişmiş’ olarak adlandırılan toplumlar olduğu algısının yanlış olduğunu görüyoruz.  İçinde bulunduğumuz dönemde iklim krizi, ekolojik sorunlar, gıda sorunları, nükleer riskler ve hastalıkların sınır tanımadığı ve yalnızca yoksul toplumları değil, varlıklı toplumları da etkileyeceği uzun süredir söyleniyordu. ‘Gelişmiş’ toplumlarda otoriter yapıların ortaya çıkmasında da bu ülke vatandaşlarının aslında kendilerini güvende hissetmediğini, risk altında hissettiğini görebiliyorduk. Pandemi süreciyle bu bir kez daha açığa çıkmış oldu aslında. Belki de bu dönemin en çarpıcı özelliği bu.”

‘Gruplar arası ilişkiler gerginleşebilir’

Toplumsal değişimlerin yavaş gerçekleştiğini vurgulayan Prof. Dr. Çayır, Koronavirüs pandemisinin toplumlar üzerinde olumlu ve olumsuz yansımaları olabileceğini belirtiyor.

Prof. Dr. Çayır, “Pandeminin olumsuz yansımalarına bakarsak, bazı ülkelerde bazı grupların hastalıktan sorumlu tutulduğunu, suçlandığını görüyoruz. Örneğin Hindistan’da Hindu milliyetçiliği Müslümanları suçluyor ve çok ciddi bir kargaşa var. Avrupa’daki bazı ülkelerde göçmenler suçlanıyor. Türkiye’de cinsel yönelim/cinsiyet kimliği gruplarına yönelik bir kamusal tartışma halen sürüyor. Bunun örneklerini çoğaltabiliriz. Dolayısıyla yaşadığımız süreç, gruplar arası ilişkilerin daha fazla gerginleştiği, sertleştiği bir ortama doğru evrilebilir. Kutuplaşmalar artabilir. Yabancılara karşı daha olumsuz tutumların güçlenmesine neden olabilir. Ülkelerde daha içe kapanmaya yol açabilir. Çin ve Macaristan örneğinde olduğu gibi insanlar resmi kontrolün artırılmasına gönüllü olarak belirli özgürlüklerinden feragat edebilirler” diyor.

‘Küresel yurttaşlığı merkezimize almalıyız’

Pandeminin en önemli olumlu yansımalarından birinin ise bu süreçte ortaya çıkan yeni dayanışma ağları olduğunu belirten Prof. Dr. Çayır, “Bu dayanışma ağları hem sosyal medyada hem fiziksel olarak örgütleniyor. Birbirini tanımayan insanlar dayanışma içerisine giriyorlar. Bu sosyolojik açıdan önemli bir gelişme. Yaşadığımız süreçte Çin’de ortaya çıkan bir virüsün tüm dünyayı etkilemesi küresel yurttaşlığı, birbirimizden sorumlu olduğumuz gerçeğini çok daha fazla merkezimize almamız gerektiğini gösteriyor. İklim krizini, ekolojik krizleri, gıda krizini, doğa ile ilişkimizi daha güçlü bir şekilde sorguladığımız bir dönem olacak. Küresel yurttaşlık fikrinin güçlenmesiyle belki yerelde gördüğümüz dayanışma ağları uluslararası dayanışma ağlarına doğru da evrilebilir diye düşünüyorum” diyor.