Muğlak Standartlar Enstitüsü Chicago’da
BİLGİ Mimarlık Fakültesi’nden Dr. Öğr. Üyesi Avşar Gürpınar ve Öğretim Görevlisi Cansu Cürgen’in kurucuları olduğu Muğlak Standartlar Enstitüsü’nün çalışmaları The Art Institute of Chicago’da (Chicago Sanat Müzesi) sergileniyor. Gürpınar ve Cürgen ile gündelik hayatın muğlak standartlarına ve sergiye dair konuştuk.
BİLGİ Mimarlık Bölümü Öğretim Görevlisi Cansu Cürgen ve Endüstriyel Tasarım Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Avşar Gürpınar kurdukları “Muğlak Standartlar Enstitüsü” kapsamında 2014 yılından bu yana standartlaşmanın günlük hayatımızı nasıl etkilediğini, kullandığımız nesneleri nasıl şekillendirdiğini araştırıyor.
Tasarladıkları sandıklarda zamanı ölçen nesnelerden elektrik prizlerine, protesto objelerinden seyahat regülasyonlarına, müzik ritimlerinden el işaretlerine dek hayatımızı düzenleyen standartların muğlaklığını ortaya koyuyorlar. Onlara göre sergiledikleri tüm bu nesneler muğlak standartları yansıtan tasarımsal, görsel veya işitsel bir çeşitliliğe işaret etmekten öte endüstri sistemlerinden tüketim alışkanlıklarımıza çok daha politik bir tartışmanın kapılarını aralıyor.
Muğlak Standartlar Enstitüsü’nün çalışmaları Belçika, Fransa ve İsrail’den sonra şimdi ABD’de Chicago Sanat Müzesi’nde “An Institute within an Institute/ Enstitü İçinde Bir Enstitü” sergisiyle izleyicilerle buluştu.
>> Muğlak Standartlar Enstitüsü’nü kurmaya nasıl karar verdiniz? Hikâyesini sizden dinleyebilir miyiz?
Cansu Cürgen: 2014 yılında kendi aramızdaki bir meraktan yola çıkıp Türkçede matematiksel ve fiziksel bir kesinliği, ölçülebilir karşılığı olmayan, dile yerleşik standartları listeleyerek başladık. “Tepeleme”, “kulak memesi kıvamında”, “alabildiği kadar”, “istiap haddi” gibi ifadeleri… 200-300 kelimelik bir liste oluştuğunda bunun gündelik hayatta kullandığımız, ancak son derece muğlak anlamları olan sözlü bir külliyat haline geldiğini gördük.
Önce BİLGİ’de öğrencilerimizle birlikte sonra ise daha geniş bir öğrenci grubuyla “Gündelik Hayat Çalışmaları” adlı iki atölye düzenledik. Bu atölyelerin ilk bölümünü ulaşım, emlak piyasası, yeme içme ağlarına dair muğlak standartları ele aldığımız Eleştirel Kentsel Pratikler Atölyesi kapsamındaki araştırmalar, ikinci bölümünü de Muğlak Standartlar Enstitüsü olarak bizim yaptığımız çalışmalar oluşturdu. Bu süreçte üzerinde çalıştığımız sözlü arşiv, ölçüm ve çizimin bir arada yer alarak haritalandırıldığı bir projeye dönüştü.
2018 yılında 4. İKSV İstanbul Tasarım Bienali’ne davet edildiğimizde projemizi bienal küratörü Jan Boelen’le geliştirerek şu anda Chicago’da sergilenen halinin ilk aşamasını oluşturmuş olduk. Yani bu sözlü ve çizili arşiv, nesneler üzerinden de sergilenebilecek bir karakter kazandı.
1965’te Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nden ilham alan dört araştırmacının mirası
Muğlak Standartlar Enstitüsü’nün tarihi Ahmet Hamdi Tanpınar’ın yazdığı Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nden ilham alan dört araştırmacının hikâyesine dayanıyor.
Avşar Gürpınar, İstanbul Tasarım Bienali’ne hazırlanırken kurguladıkları bu hikâyenin Muğlak Standartlar Enstitüsü’nün ruhunu yansıtarak hayal ettikleri resmi tamamladığını belirtiyor:
“İlk MSE, 1965 yılında dört araştırmacının çabalarıyla kurulmuş. Dünyada standart belirleyici kurumların kurulduğu veya ulus ötesi bir kimlik kazandığı bir dönemde bu dört araştırmacının savı şu: Türk Standardları Enstitüsü, Uluslararası Standartlar Teşkilatı veya diğer standart belirleyici ulusal kurumlar metrik, mutlak ve ölçülebilir olana yoğunlaşırken muğlak standartlara bakmıyorlar.1974 yılında kapanan enstitüden geriye pek az şey kalmış. Biz de ikinci nesil enstitüyenler olarak onların üzerinde çalıştığı bilgiyi yeniden oluşturuyoruz.”
>> Muğlak Standartlar Enstitüsü’nün çalışma prensiplerinden ve araştırma yönteminizden bahsedebilir misiniz?
Cansu Cürgen: Muğlak Standartlar Enstitüsü çatısı altında tasarım, tarih ve gündelik hayat araştırmalarını buluşturup uzmanlar ve sanatçılarla çeşitli işbirlikleri kurarak bir enstitü disipliniyle çalışıyoruz. Bunu sağlarken BİLGİ’nin içinde ve bir arada çalışıyor olmamız, bizimle birlikte olan mezunlarımızın ve öğrencilerimizin varlığı, üretim atölyemizde prototiplerimizi gerçekleştirebilmemiz, okulun içinde bir okul gibi araştırıp çalışabilmemize imkân tanıdı.
Çalışmalarımızda tartışma başlatıcı bir nesne olarak öne çıkan sandıklar ikili bir araştırma sürecine dayanıyor. Ya elimizde var olan nesnelerden yola çıkarak bir argümana varıyoruz ya da bir standardın muğlaklığını anlatan nesneleri araştırıyoruz.
Oluşturduğumuz sandıklar yalnızca içinde bulundurdukları nesnelerden ibaret değiller. Standartları, endüstri sistemlerini, tüketim alışkanlıklarımızı, dünyayı nasıl gördüğümüzü ve kendimizi gündelik hayatımızda nasıl konumlandırdığımızı düşünmemizi sağlayan bir tartışma zemini oluşturmayı amaçlıyorlar.
Avşar Gürpınar: 2014-2018 yılları arasında daha çok sözel ifadeler ve onların anlamları üzerine çalışıyorduk. Bir yandan çok muğlak olan, bir yandan da hayatın akışkan, dinamik yapısı içinde derdimizi anlatmamız için kâfi gelen ifadeleri yazınsal olarak tarif ediyorduk. Sandıklamaya geçmemizle birlikte araştırmamız da derinleşmeye başladı ve meseleyi kendi uzmanlık alanımız olan tasarım alanına da çekmiş olduk.
Sandıklar, içlerinde yer alan nesnelerin ardındaki sistemleri, ağları, yapıları, politikaları, stratejileri anlayabilmek, görünür kılabilmek ve tartışabilmek için bir kapı açıyor. Hiçbirinde doğrudan mutlaklığı veya muğlaklığı savunan; bunlarla alakalı yargılara, sonuçlara varan bir dil yok. Hepsi ele aldığı konuyla alakalı bir nesneler toplantısına ev sahipliği yapıyor. Bunun üzerinden her izleyici farklı sonuçlara ulaşabilir.
>> Muğlak standartların bazen fizikososyal bazen fizikomatematik pratiklere referans ettiğini söylüyorsunuz. Kimi standartların muğlaklığında içinde bulunulan sosyal ve kültürel ortamın etkisi olduğunu dile getiriyorsunuz.
Cansu Cürgen: Uğur Tanyeli, bir yazısında Osmanlı dönemi mimarlık pratiğini anlatırken fizikososyal ve fizikomatematik standartlardan bahseder. Bilgisi yerelden gelen standartların bağlamsal olarak o bilginin üretildiği kültürle, oradaki pratikle ilişkilendirilmeden tartışılamayacağını belirtir. Yine onun verdiği bir örnekle anlatacak olursak eski kadastral planların tariflerine baktığımızda aslında tamamen söze dayalı bir tarif görürüz: Bakkal Mehmet’in çaprazında, ondan iki adım ötede, mezarlığın karşısında şöyle bir yapı… Fiziksel ve mekânsal bilgisi bulunduğu yere ve bağlama gömülü bir tariftir bu. Bizim sözcük araştırmamızda da peşinde olduğumuz tarifler ve standartlar böyleydi. Bu tariflerin muğlaklığı kaçınılmaz olarak o sözlü aktarım geleneğinden kaynaklanıyor.
Diğer yandan dünyada yerel standartların yerine küresel standartlaşmanın başladığı, ölçünün bir hükümranın kol mesafesinden çıkıp metreye endekslendiği bir süreçte bilgi yapılarıyla ilgili bir kırılma yaşanmıştır. Ölçünün kaynağı olarak bir hükümranın bedeninden vazgeçilip bir meridyen uzunluğunun bilgisine başvurulduğunda değişen tek şey ölçülen mesafenin matematik karşılığı değil, çok daha kapsamlı bir dünya kavrayışı ve deneyimidir. Ancak bu kırılma da tarihte sadece bir kez ve tek seferde gerçekleşmedi. Bugün sözgelimi, bir kilogramın karşılığı olarak kabul edilen ve her ülkenin standart kilosunu belirlerken referans aldığı, Fransa’da bir fanusun içinde tutulan Le Grand K’yı terk ediyoruz. Artık kilogramın ağırlığı da Planck sabiti ile belirleniyor. Hâlâ fiziksel olanın kaçınılmaz olarak bir değeri var; ama bir yandan da bunların hepsinden soyutlanmış matematiksel bir sabitle konuşmaya ve düşünmeye başlayacağımız bir dünyadayız.
Bu bilgi yapıları içlerinde bulundukları iktidar yapılarıyla da ilişkili. Her şeyin daha akışkan olduğu, maddi karşılıklarından giderek uzaklaştığı bir dünyadayken bunun kaçınılmaz olarak başka türlü bir rasyonaliteye ya da deneyime işaret ettiğini de düşünmemiz gerekir. Dolayısıyla bizim çalışmamız bütün bunların peşi sıra veya geri dönüşsüz bir şekilde gerçekleşmediğini hatırlatıyor. Hâlâ bu değişimler içinde biz sözel bilgiye gömülü muğlak standartlar üzerinden iletişim kurabiliyoruz ya da fiziksel olarak tanımlanmış şeylerin içerisinde dahi çeşitli muğlaklıklar olmasını tartışabiliyoruz.
Avşar Gürpınar: Tarih üzerine düşündüğümüzde, ne yazık ki geçmişi sadece sanki bugünün daha az teknolojik veya daha basit bir versiyonuymuş gibi hayal edebiliyoruz. Dolayısıyla geçmişin ölçüleri veya geçmişin tasarımları üzerine düşündüğümüzde de bugünküne çok benzer pratikler oluyormuş gibi düşünmeye eğilimliyiz.
Yine Uğur Tanyeli’nin verdiği örnekle anlatacak olursak, bugün biz fizikomatematik bir sistem içindeyken; metrelerle, kilogramlarla, tonlarla çalışırken, 300 yıl öncesinin mimarlığı çok farklıydı. Mimar Sinan, Süleymaniye Camii inşa ederken “Bana 50 kg taş getirin” demiyordu. Toplumda kabul görmüş standartlar üzerinden hareket ediyordu. Bütün o bugün kullandığımız metrik, fizikomatematik sistemler ve pratikler çok yeni diyebileceğimiz bir zamandan beri hayatımızda.
>> Muğlak Standartlar Enstitüsü olarak çalışmalarınız ABD’de Chicago Sanat Müzesi’nde (AIC) sergileniyor. Sergi aynı zamanda ABD’de bir sanat kurumunda açılan Türkiye’den ilk solo tasarım sergisi olma özelliğini taşıyor. Sergiyi açma süreciniz nasıl gelişti?
Cansu Cürgen: Sergi süreci, Chicago Sanat Müzesi’nin tasarım ve mimarlık koleksiyonunun küratörlüğünü yapan Zoë Ryan’ın İstanbul Tasarım Bienali’ndeki çalışmalarımızı görüp bizi Franke/Herro Tasarım Serisi kapsamında bir sergi açmaya davet etmesiyle gelişti. Bizim planladığımız açılış bir sene evveldi, ancak pandemiden dolayı sergiyi ertelemek zorunda kaldık.
Serginin ismini “An Institute within an Institute/ Enstitü İçinde Bir Enstitü” koyduk. Bu ismi koyarken AIC koleksiyonuyla kendi koleksiyonumuz ve çalışmamız arasında bir diyalog kurmak istedik. Bizim tartışma nesnelerimizden hareketle onların resim, heykel, obje, seramik, fotoğraf koleksiyonları içinden bazı eserleri seçerek bir video yerleştirmesi yaptık.
Sergiye kendi varlığımızı da dâhil etmek için sergi girişinde seyirciyi enstitüyenler olarak karşıladığımız ve oryantasyon niteliğinde çalışmalarımızı anlattığımız bir video çalışmamız daha var. Bu videoların hazırlanmasında BİLGİ İletişim Fakültesi’nin desteğini aldık. Gerçek bir enstitü kimliğini kurmada ve işin görsel kimliğini oluşturmada bu destek çok kıymetli bizim için.
Avşar Gürpınar: Chicago’daki sergi bizim için bir kilometre taşı… Bir bienalin ya da organizasyonun parçası olmayan, dolayısıyla grafik tasarımından sergileme tasarımına tamamen bizim kurguladığımız ve açtığımız özgün bir çalışma oldu. Sergiyi MSE’nin Chicago Sanat Müzesi’nde bir şubesini açıyormuşuz gibi tasarladık. Farklı angajmanlarla seyircinin farklı düzeylerde sergiye dâhil olabilmesini sağladık.
Tasarladığımız sandıklar etkileşimli işler; ancak koşullar gereği içine bir Covid-19 anahtarı koyduk. Eğer normalleşmeye gidilirse bu anahtarı kapatıp, sanatçı Selçuk Artut’un geliştirdiği arayüzler ve elektronik devre tasarımı sayesinde sandıkların seyirciyle etkileşime girmelerini sağlamak mümkün olacak.
Diğer yandan tüm tasarımlarımızın hem biçimsel hem de işlevsel anlamda endüstriyel bir basitliğe sahip olmasına dikkat ediyoruz. Bu, çalışmalarımızın belirli bir bölümünü veya tamamını dünyanın herhangi bir yerinde kolayca kurup sergilememize olanak tanıyor. Müze ve galerilerin yanı sıra daha önce Bursa’da, Eskişehir’de veya İngiltere’de Kingston School of Arts’ta yaptığımız gibi çalışmalarımızın okullarda da bir tür eğitim materyali olarak sergilenip kullanılmasını mümkün kılıyor.
Dolayısıyla birer eğitimci ve araştırmacı olarak tasarımın sergilenmesini de karşılıklı öğrenme ve etkileşime dayanan bir araştırma süreci olarak görmeye, enstitüyü sergilemeye ve güncellemeye devam edeceğiz.
Muğlak Standartlar Enstitüsü ekibinde Cansu Cürgen, Avşar Gürpınar, Mete Godollar, Selçuk Artut, Serenay Coşar, Bengisu Köse, Buket Açıkgöz, Sercan Okay, Süreyya Kağan Tekkaya, Merve Şen, Ali Rıza Atakan Gür, Gökçe Akçelik, Hazal Kırıkçı, Havvanur Sönmez, Oğuz Yenen, Tutku Yılmaz, Levent Menekay, Özay Erol yer alıyor.