‘Ekran her şeyin aşırılaştırıldığı bir semboller dünyası’
BİLGİ İletişim Fakültesi ve İNGEV Toplumsal Araştırmalar Merkezi işbirliğinde yürütülen “Toplumsal Cinsiyet Algıları” araştırmasının TV dizileri ile ilgili bulgularını Dr. Öğr. Üyesi Aylin Dağsalgüler ile konuştuk.
BİLGİ İletişim Fakültesi ve İNGEV Toplumsal Araştırmalar Merkezi işbirliğinde Türkiye’yi temsil eden 1555 kişi ile yapılan “Toplumsal Cinsiyet Algıları” araştırmasına göre Türkiye’de çoğunluk toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin varlığına ilişkin farkındalığa sahip. Yine çoğunluk şiddete karşı olduğunu belirtirken erkeklerin yüzde 10’u ve kadınların yüzde 3’ü bazı durumlarda kadına şiddet uygulanabileceğini savunuyor. Şiddetin televizyon dizilerindeki yansımaları da toplum tarafından gerçekçi bulunuyor. Araştırmaya göre toplumun yüzde 61’i ekranda gösterilen kadına yönelik şiddetin gerçek hayatı yansıttığını düşünüyor. Bu görüşe kadınların yüzde 68’i, erkeklerin ise yüzde 54’ü katılıyor. Bu görüş en çok eğitim ve gelir seviyesi yüksek AB grubu tarafından destekleniyor.
BİLGİ Medya Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Aylin Dağsagüler ile araştırmanın ekran ile ilgili bulgularını konuştuk. Ekranda kadına yönelik şiddete günümüzde daha fazla yer verildiğine dikkat çeken Dağsalgüler, “Televizyon gerçeğin kötü bir taklidini yansıtan bir semboller dünyası. O dünyanın içinde toplumsal cinsiyet rollerinin çok sorunlu bir şekilde temsil edildiğini ve eşitsizliğin meşrulaştırıldığını görüyoruz” diyor.
>> Araştırma toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin varlığının toplum tarafından kabul edildiğini, ancak bir yandan da bunun doğal görülme riskinin var olduğunu ortaya koyuyor. Bu bulguyu nasıl yorumluyorsunuz?
Araştırmada beni şaşırtan noktalardan biri toplumsal cinsiyet eşitsizliğine yönelik farkındalığın beklediğimden daha yüksek çıkması oldu. Kadın ve erkeğin eşit olması gerektiğini söyleyen bir çoğunluk var. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden rahatsız olma durumu özellikle kadınlarda, gençlerde, gelir ve eğitim düzeyi yüksek AB grubunda artıyor. Kadınlar erkeklere göre eşitsizliğin daha fazla farkındalar. Cinsiyet kırılımlarında bu anlamda keskin bir fark var. Yine gençlerin bu eşitsizliğin daha fazla bilincinde olduklarını görüyoruz. 55 yaş üstüne baktığımızda toplumsal cinsiyet eşitsizliğine ilişkin bazı durumların sorun yaratmayacak gerçekler olarak kabul edilmiş olduğunu anlıyoruz. Kadının çalışmaması gerektiği, evin düzeninden sorumlu olması gerektiği gibi… Bir yandan toplumsal cinsiyet eşitsizliğine ilişkin bir farkındalık varken diğer yandan bu eşitsizlikleri pratikte olumlayan bir sonuç da çıkıyor karşımıza.
>> Kadına yönelik şiddetin TV dizilerindeki yansımaları araştırmada incelediğiniz alanlar arasındaydı. Ekran kadın-erkek eşitsizliğinin normalleştirilmesinde nasıl bir rol oynuyor?
Televizyon her şeyin uçlarda gösterildiği bir semboller dünyası. Orada gerçeğin temsili, bir taklidi var ve bu çoğu zaman kötü bir taklit. Ekranın ister haber olsun, ister kurmaca olsun sıradan olanın daha az olduğu; her şeyin, herkesin aşırılaştırılarak uçlarda aktarıldığı bir dünyası var. Son 25-30 yıldır prime-time dediğimiz saatlerde dizi izliyoruz ve TV dizilerinin dönüşümüne baktığımızda bu aşırılaştırma durumunun günümüzde arttığını görüyoruz.
Kentleşme, modernleşme olgularını İstanbul’da bir apartmandaki ilişkiler ve insan hikayeleri üzerinden anlatan Bizimkiler, Samatya’da bir kadının bulaşıkçılık yaparak çocuklarını büyüttüğü, ama bir yandan âşık da olabildiği ve bunun hiç aşırılaştırılmadan anlatıldığı İkinci Bahar, Perran Kutman’ın başrolde olduğu, iki kızını yetiştiren, âşık olduğu erkekle evlenmeden bir ilişki yaşayabilen bekâr bir anneyi canlandırdığı ve bu rolü oynarken standart güzellik algısı gibi kadınlara atfedilen yüklerden hiçbirisini yüklenmek zorunda kalmadığı Şehnaz Tango gibi diziler gayet sıradan hayatları yansıtıyordu. Bu hikâyeler artık yok ekranda.
Özellikle 90’larla bugünü karşılaştığımızda ekranın ağır bir muhafazakârlık içine girdiğini, kapalı, tutucu bir hale geldiğini söyleyebiliriz. Bu süreçte Asmalı Konak ile başlayan “aşiret dizilerini”, 2000’lerin ortasında Gümüş ile başlayan “yalı dizilerini” izledik. Özellikle yalı dizileriyle birlikte zengin hayatı temsilinin daha görünür olduğu, orta sınıfın ekranda artık görünmemeye başladığı bir durum ortaya çıktı. Dizilerdeki bu dönüşüm sürecinde toplumsal cinsiyetin rolleri de değişti. Günümüz dizilerinde çok sorunlu bir temsil var. Kadınlar mağdur, erkekler tarafından kurtarılması gereken varlıklar olarak yansıtılıyorlar. Mutlaka annelik ile bağdaştırılarak temsil ediliyorlar. Çoğunlukla çalışmıyorlar. Çok yoksulluk içindelerse çalışmak zorunda kalıyorlar veya çok zenginlerse ‘holdinge’ gidip geliyorlar; ama ne iş yaptıkları belli değil. Mutlu son aranıyorsa eğer, o mutlu son mutlaka evlilikle bitiyor. Erkekler de iki uçtalar: iyi ve kötü. Dizide iyi karakter olsalar bile mutlaka şiddet gücünü ellerinde tutuyor, iyi olabilmek için de kötülüğe başvurmak durumunda kalıyorlar. Erkeklerin de senaryolarda bu anlamda zor duruma sokulduğunu söyleyebiliriz.
>> Kadına yönelik şiddeti dizilerde daha sık mı görür olduk?
Son yıllarda dizilerde şiddet sahnelerinde ciddi bir artış var tabii. Kadının maruz kaldığı aile içi şiddetin daha fazla olduğu örnekleri görüyoruz. İzleyici Çalışmaları dersinde 4 yıldır öğrencilerle en yüksek reyting alan dizileri analiz ediyoruz. Bu yıl 26 dizide kadına şiddet unsurlarına baktık. Bu dizilerin büyük bir kısmında ağır silahlı çatışma olduğunu, bir kısmında aile içi şiddet olduğunu, kadına karşı şiddetin ise neredeyse dizilerin vazgeçilmez motifi olduğunu gördük. Komedi dizilerinde veya daha total izleyiciye hitap eden dizilerde bile (Kuzey Yıldızı-İlk Aşk gibi) kadına yönelik şiddet var. Bu noktada şiddetten neyi anlamamız gerektiği de önemli. Şiddet dediğimizde yalnızca fiziksel şiddetten değil, aşırı kıskançlıktan mobinge veya evlenme baskısına kadar duygusal şiddetten de bahsediyoruz. Kadın karakterler dizilerde çok yoğun bir psikolojik şiddete de maruz kalıyorlar.
>> Şiddet sahnelerindeki bu artış sizce neden kaynaklanıyor? İzleyici bu tür şiddet sahnelerini izlemek istiyor mu gerçekten?
İzleyicinin talebi ile ilgili bir veri yok elimizde. Aslında daha çok bir trend haline geliyor. Nasıl bir dönem aşiret dizileri, polisiye diziler veya daha şehirli insanların hayatlarının yansıdığı gençlik dizileri furyası çıkıyorsa, şiddet sahnelerinin daha yoğun yer aldığı diziler de öyle… Bir de şiddetin müstehcenlik gibi evrensel bir dil olması meselesi var. Bir anlatıda açık şiddet gösterdiğinizde izleyici bunu hiçbir kültürel bariyere takılmadan anlayabiliyor. Böylece karmaşık bir kurguya gerek duymadan ilgi çekebiliyorsunuz. Son yıllarda daha çok uyarlama senaryo izlediğimizi de dikkate alalım. Biraz hikâye kıtlığı var sanki. Sanırım yapımcılar ve kanallar alışılmış bir hikâye tipini devam ettirmek istiyorlar. Risk almak istemiyorlar. Reyting ölçümlerinde görüyoruz ki daha yüksek eğitim ve gelir düzeyine sahip olan AB grubunun izleme oranı ve ölçümlerde temsil edilme oranı çok düşük. Karşımızda total izleyici var ve o total izleyicinin çoğunluğunun dijital platformlardan biraz daha uzak olduğunu varsayarsak ekranda ne varsa o izleniyor diye düşünebiliriz. Çünkü ekran, Türkiye’de evin hâlâ en büyük eğlence aracı.
>> Araştırmaya göre ekrandaki şiddeti en çok kadınlar ve eğitim düzeyi yüksek AB grubu gerçek hayatla ilişkilendiriyor. Bu bulguyu nasıl yorumluyorsunuz?
AB grubunun geleneksel ekran karşısında daha az durduğu ve izleyici ölçümlerinde daha az temsil edildiği düşünüldüğünde ekrandaki şiddetin gerçek hayatın yansıması olduğunu düşünenlerin çoğunlukla AB grubu olması üzerinde düşünmemiz gereken bir bulgu. Çünkü ekranda bir temsil problemi var ve bunu aslında en çok AB grubunun fark edeceğini varsayıyoruz. Kadına yönelik şiddetin sosyal sınıf tanımadan maruz kalınan bir durum olduğu açık. Ancak AB grubu, ekranda izlediği, kendi dünyasından uzak hikâyeleri gerçekle ilişkilendiriyor gibi görünüyor.
>> Medyanın ve dizi sektörünün yönetim kademelerinde kadınların daha az var olması ekranda toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin bir körlüğe mi neden oluyor?
Medyada yönetim kademesinde kadınları çok az gördük hep. Türkiye’nin medya tarihi boyunca… Dizi sektöründe senaryo ekiplerinde veya az da olsa yönetmen koltuğunda kadınlar var; ancak yapımcılar, yani karar vericiler genellikle erkekler. Bazen öyle diziler izleriz ki, o dizideki kadın ilişkilerinin, kadın hikâyelerinin aslında erkekler tarafından yazıldığı anlaşılır. Ancak kadın senaristler tarafından yazılmış hikâyelerde de kadına yönelik şiddete ilişkin benzer problemlerle karşılaşıyoruz. Sen Anlat Karadeniz böyle bir örnekti. Burada önemli olan dünyaya nasıl bir gözlükle baktığımız… Bu hikâyenin nasıl yazıldığını belirliyor. İzleme süreci de böyle… Kimisi “hiç problem yok bunda zaten hayat böyle değil mi” diye izliyor. Kimisi ise “sürekli bu standartlaşmış, kalıplaşmış rolleri karşımıza çıkarıyorsunuz; ama hayat bu kalıplardan ibaret değildir” diye izliyor.
>> Dijital platformların varlığı TV dizilerinin içeriğini dönüştürebilir mi?
TV dizilerinde her şeyin uçlarda aktarıldığı, kadınların mağduriyet hikâyeleri üzerinden temsil edildiği hikâyeler artık izleyicinin de ilgisini o kadar çekmiyor, diye düşünüyorum. Özellikle gençler geleneksel ekranın karşısında yoklar. Televizyonun “şu diziyi şu saatte yayınlıyorum, hadi ekran başına” dayatması yerine birçok seçenek sunan dijital platformları tercih ediyorlar. Televizyon bu noktada kan kaybetmeye devam edecek. Eğlenceye (entertainment) hayatımızın önemli bir bölümünü kapsayan, küçümsenmemesi gereken, ciddi bir iş olarak bakmak gerekir. Ekran karşısında kim var ve biz kimi nasıl eğlendireceğiz sorusu dijital platformların varlığında televizyon için daha önemli hale geliyor. TV dizilerinin hem bu kadar uzun bölümlerle yayınlanması hem de hep benzer hikâyelerle kendini tekrarlıyor olması nedeniyle televizyonun değişime zorlanacağını düşünüyorum. Aksi takdirde genç izleyiciyi hiçbir zaman kazanamayacaklar. Dijital platformların gelir modeli sağlamlaştıkça üretici ekipler de dijitali daha fazla tercih etmeye başlayacaklardır.
Her 10 erkekten biri kadına tokat atılabileceğini savunuyor
BİLGİ İletişim Fakültesi ve İNGEV Toplumsal Araştırmalar Merkezi işbirliğinde yürütülen “Toplumsal Cinsiyet Algıları” araştırmasının sonuçlarına göre;
>> Türkiye’de kadın ve erkeklerin eşit imkânlara sahip olduğunu düşünenlerin oranı yüzde 21.
>> Toplumun çoğunluğu şiddete karşı. Ancak her 10 erkekten biri bazı durumlarda kadına eşi tarafından tokat atılabileceğini savunuyor. Bu oran kadınlarda yüzde 3.
>> Toplumun yüzde 27’si evin reisinin erkek olduğunu söylüyor.
>> Türkiye’de her üç erkekten biri kadınların temel fonksiyonunun ev işi yapmak olduğunu düşünüyor. Kadınların erkekler tarafından korunması gerektiğini düşünenler ise yüzde 49 oranında.
>> Erkeklerin yüzde 27’si “Kocası izin vermiyorsa kadın çalışmamalıdır” diyor. Kadınlar arasında bu ifadeye katılım oranı ise yüzde 13.