TASARIM
30 Ocak 2023

‘Beyazıt Meydanı’nı tasarlarken yeni bir kentsel okuma önerdik’

Yenilenen Beyazıt Meydanı’nın mimarlarından İstanbul Bilgi Üniversitesi Mimarlık Bölüm Başkanı Doç. Dr. Deniz Çalış Kural, Meydan’ın tarihini ve tasarladıkları projeyi anlattı. Çalış Kural, “Tarihin tüm dönemlerine eşit uzaklıktaki duruşumuz ana tasarım ilkelerimizden biri oldu” diyor.

...
Beyazıt Meydanı ve İstanbul Üniversitesi Serasker Kapısı, Eylül 2022 (Fotoğraf: İBB)

Beyazıt Meydanı, Bizans’tan Osmanlı’ya, Erken Cumhuriyet Dönemi’nden günümüze kentin tüm farklı tarihi dönemlerinde meydan kimliğini sürdürmüş, bu dönemlerden izler taşıyan bir kentsel mekân olma özelliği taşıyor.  

Bu özelliğiyle İstanbul’un kentsel tarihinde çok önemli bir yere sahip olan Beyazıt Meydanı, geçen aylarda İstanbul Bilgi Üniversitesi Mimarlık Bölüm Başkanı Doç. Dr. Deniz Çalış Kural ile Y. Mimar ve Kentsel Tasarımcı Ali Kural tarafından hazırlanan Kentsel Tasarım Projesi ile yenilendi.  

Meydan’ın tarihine ve tasarladıkları projeye dair konuştuğumuz Doç. Dr. Deniz Çalış Kural, “Projemizde, kentin farklı katmanlarının, çelişkilerinin, uyuşmazlıklarının, tüm farklı dönemlere ait kentsel, toplumsal ve mekânsal dinamiklerin tümünün önünü açan; bu dinamikleri bir arada var olmaya teşvik eden, özgürlükçü bir tasarım ilkesi benimsedik. Tarihin tüm dönemlerine eşit uzaklıktaki duruşumuz ana tasarım ilkelerimizden biri oldu.” diyor.  

>> Beyazıt Meydanı, İstanbul’da kent imgesini oluşturan tarihsel mekânlardan biri olmasıyla önem taşıyor. Meydanın hem tarihsel önemine hem de kentsel hafızamızdaki yerine ilişkin neler söylersiniz?  

Bu sorunuzda dikkat çekmek istediğim bir nokta var. Beyazıt Meydanı, tarih boyunca kentsel bir boşluk olarak var oluyor ve kente dair bir imge oluşunu da bu özelliği üzerinden kurguluyor ve koruyor. Meydan, Roma, Bizans, Osmanlı ve günümüz İstanbul kentinin tüm farklı tarihi dönemlerinde kalıcılığını sürdürebilmiş kentsel bir açık alan. Yani Beyazıt Meydanı’nı önemli yapan unsur açık alanın, kentsel boşluğun kendisi. Bu alanın çeperleri farklı dönemlerde tekrar ve tekrar yeniden tanımlanmış, ancak Meydan’ı oluşturan kentsel açık alan günümüze kadar süregelmiş. İlk olarak bu sürekliliğe dikkat çekmek isterim. Bu şekilde kentsel boşluğun sürekliliği kavramını projede ön plana çıkartan da aslında ortağım, kentsel tasarımcı ve mimar Ali Kural. Ali’nin bu kent okumasına özellikle referans vermek istiyorum.

Beyazıt, bir forum alanı, bir saray meydanı, bir külliyenin sıradışı avlusu, bir Osmanlı meydanı, kentsel bir düğüm noktası, bir yaya meydanı.  

Beyazıt Meydanı, İstanbul kent tarihi açısından çok önemli bir alan ve çok katmanlı bir tarihi var. Doğu Roma dönemi kentsel kurgusunun en önemli parçalarından olan forum, Bizans kiliselerinin, su yapılarının, sarnıçlarının izlerini bugün bile taşıyor. Alanın tarihi, Meydan’ın yer aldığı 3. Tepenin tarihi hem Bizans, hem de Osmanlı saray bahçeleri tarihine uzanıyor. Vezneciler Altgeçidi için yapılan kazı çalışmalarında lahit ve lahit kapakları bulunuyor. Alan, Osmanlı tarihini de farklı dönemleri ile kapsıyor: Bir yandan Osmanlı erken döneminin fethedilen kenti dönüştürmeye başladığı ilk projelerine; bir yandan Osmanlı’nın 16. yüzyıl başındaki tasavvufi yüzüne; bir yandan da Osmanlı’nın batılılaşma dönemini ve reformcu karakterini sergileyen yapılara ev sahipliği yapıyor. Hem Bizans, hem Osmanlı, hem Cumhuriyet Dönemi üst ölçekli kentsel müdahalelerle şekilleniyor. Erken Cumhuriyet Dönemi’nde edebiyat, sanat ve felsefe dünyasının en önemli isimlerini bir araya getiren; takiben yakın tarihimizde farklı ideolojilerin temsil edildiği, tartışıldığı ve karşılaştığı çok katmanlı, çok sesli, çok zengin bir kentsel alan. Sahaflar Çarşısı Beyazıt Meydanı’na açılıyor. Aynı zamanda da Kapalıçarşı’nın hemen yanında konumlanmış, Kapalıçarşı’nın yoğun dokusunun da nefes aldığı bir kentsel kamusal alan. Ülkemizin en eski ve en önemli eğitim kurumlarından İstanbul Üniversitesi ana giriş kapısının açıldığı bir kent meydanı.  

Beyazıt Meydanı tarih boyunca kentsel bir boşluk olarak var oluyor ve kente dair bir imge oluşunu da bu özelliği üzerinden kurguluyor ve koruyor.

Bu alanda, 4. yüzyıl ikinci yarısında, 3. Tepe olarak da bilinen bu bölgede, kentin en büyük forumu, yani kentsel açık alanı veya en büyük kamusal alanı inşa ediliyor. Biliyorsunuz Bizans kent strüktürünün en önemli aksı olan ve kentin omurgasını oluşturan kolonadlı ana arter Mese olarak adlandırılıyor. Mese üzerinde forum olarak isimlendirilen açık alanlar bulunuyor.  

Bunlardan en büyüğü Beyazıt Meydanı ile özdeşleşen bir konumda yer alıyor. Bu forumun tam kesin yerleşimi ve büyüklüğü ile ilgili çok çeşitli okumalar var. Ancak tam lokasyonu ve net ölçüleri bilinmemektedir. 4. yüzyıl başında İmparator Konstantin döneminde bu bölgede yer alan açık alan Forum Tauri olarak anılıyor. Aynı yüzyılın sonunda, İmparator I. Theodosius (r. 379-395) döneminde ise, Roma’da yer alan Trajan Forum’u örnek alınarak yeni bir açık alan tasarlanıyor. Bu yeni açık alanın merkezine de imparatorun at üstünde bir heykeli konarak bu forum İmparator Theodosius’a adanıyor ve alan Forum Theodosius olarak anılıyor. Bu forumun çeperinde tarih içinde kilise(ler), hamamlar, arkadlar inşa ediliyor. Bu anıtlara ve bölgeye hizmet eden su altyapısına dair izleri taşıyan tarihi sarnıçları, kuyuları, çeşmeleri, diğer pek çok kalıntı ile birlikte bugün bile hem Beyazıt Meydanı, hem İstanbul Üniversitesi Kampüsü, hem de Ordu Caddesi hem de çevre sokaklarda görebiliriz.

Bütün bu kamusal alanlara ek olarak, 3. tepenin kuzeye uzanan burun kısmında da coğrafi olarak yüksekte, sulak, havadar ve oldukça yeşil olmasından dolayı hem Bizans Dönemi’nde bu alanda saraylar olduğu biliniyor; hem de fethinin akabinde Fatih Sultan Mehmet’in ilk Osmanlı sarayını inşa etmek seçtiği alan da yine bu 3. tepe oluyor.

Saray-ı Atik olarak isimlendirilen bu Eski Saray alanı, bugün geçirdiği dönüşümlerin sonucunda İstanbul Üniversitesi Beyazıt Kampüsü olarak hizmet veriyor. Beyazıt Meydanı ise, 16.yy başında inşa edilen Beyazıt Camii ve Külliyesi’ni oluşturan yapılarla anılıyor. Ayrıca, biraz önce de bahsettiğim gibi Bizans Dönemi ana kent aksı Mese’sine bağlanıyor. Osmanlı döneminde Mese, Divan Yolu’na evrilince, bu sefer de Osmanlı kentinin ana aksına açılıyor. Daha da önemlisi, Beyazıt Meydanı, Osmanlı Dönemi’nde kentin gelişim aksının kırıldığı bir düğüm noktası oluyor. Meydan, Marmara’ya paralel olan Divan Yolu’nu, Haliç’e paralel gelişen bir kentsel ağa dönüştürüyor. Özetlemek gerekirse, kentsel boşluğu ve bu boşluğu tarifleyen yapılarıyla, hem kent tarihinde, hem kent dokusunda, hem mimarisinde, hem de kentsel yaşam ve kent kültüründe, her dönemde etkin olan ve merkezde yer alan bir kamusal alan Beyazıt Meydanı. 

...
Beyazıt Meydanı Kentsel Tasarım Projesi Planı (UrbAr, Ali Kural ve Deniz Çalış Kural)

>> Beyazıt Meydanı’nın yenilenmesine sizce neden ihtiyaç vardı?

Beyazıt Meydanı'nın yenilenmesine önceki tasarım aşaması olan 1958-1961 yılından beri ihtiyaç vardı. O yıllarda, alan, Meydan’ı trafik yoluna çevirmek isteyen bir planlama ile alanı bir köy meydanı gibi tasavvur etmeye çalışan iki farklı anlayışın arasında kalmıştı. Bu ikilem sonucunda ortaya çıkan projenin uygulaması başladıktan hemen sonra, yapılan yanlışların fark edilmesi neticesinde yapım aşamasında durdurulmuş ve sonradan da el yordamı ile toparlanmaya çalışılmış. Sonuçta Beyazıt Meydanı maalesef ki yapılan hatalarla birlikte kendi haline terk edilmiş bir alan oldu.  

Bu hatalardan bazıları şunlardır: Meydan’ı tarifleyen anıt yapılardan biri olan İstanbul Üniversitesi Serasker Kapısı önünden geçirilen trafik alt geçidinin kapı ile meydan ilişkisini koparmış olması; Ordu Caddesi üzerinde imar durumunu dikkate almayan yapay bir kentsel alan yaratma çabası; kot farklarının bertaraf edilmesi için yapılan yüksek istinat duvarları. Dahası yapılan bu istinat duvarlarının, önce anıtlarla hiçbir ilgisi olmayan rustik siyah renkli Gebze taşı ile inşa edilmeye çalışılmış olması; Divan yolu gibi Osmanlı'nın yüzyıllardır en gelişmiş mimari eserlerle donattığı bu alanda bir Anadolu köyünün imgelemine ait olan bu rustik yığma taş duvarların sonradan estetik kaygılarla küfeki ile kaplanması; takiben, tepki alan yüksek istinat duvarlarının önlerine toprak doldurulup, toprak şevler yaratılarak bu duvarların kamufle edilmeye çalışılmış olması gibi üst üste yapılan hatalarla, 1960’lardan sonra Meydan dil bütünlüğünü maalesef hiçbir zaman kazanamamış. Bütün bu bahsettiklerim 1960’lı yılların başında olmuş ve Beyazıt Meydanı bugüne kadar çok uzun bir süredir her açıdan metruk kalmış. 1990’lardan günümüze kadar geçen süre içinde de Meydan’ın neredeyse tamamı dev bir otopark haline gelmişti. Hatta bu otoparkı İspark işletiyordu.

...
Beyazıt Meydanı'ndan Ordu Caddesi’ne bakış, projeden öncesi ve sonrası (Fotoğraf: UrbAr)

Meydanın kentin bütünü ile olan ilişkisi geçmişteki hatalı tasarımlardan dolayı kesilmişti. Hem ana ulaşım aksı olan Ordu Caddesi tarafından, hem de bugün metro çıkışı ile daha da vurgulanan Vezneciler Caddesi tarafından Meydan’a ulaşım engellenmişti. Ordu Caddesi ile Meydan ilişkisi sağlıklı bir şekilde kurulamadığı için bu bölgede atıl ve anlamsız kalan alanlar otoparka dönüşmüştü. Dahası, bir diğer bağlantı aksı olan ve bugünkü Vezneciler Metro Durağı’ndan alana ulaşan aks da tıkanmıştı. 1960’larda inşaat sırasında Meydan’ın Vezneciler girişinde iki adet sarnıç yapısının varlığı keşfedilince, bu sarnıçların üzerleri taş duvar ve beton döşemelerle kapatılarak sarnıçların gün yüzüne çıkması engellenmiş ve yetmezmiş gibi üstünlerine bir de çarşı yapısı inşa edilmiş. Biz projeye başladığımızda Vezneciler’den gelirken Beyazıt Meydanı’na yer altı çarşısı gibi karanlık, bakımsız ve dar bir alt geçitten geçilerek giriliyordu. Meydan'ın, Vezneciler, Direklerarası, Şehzade Camii, Saraçhane ve devamında Fatih Külliyesi’ne ulaşan kentsel aksı bu şekilde bloke edilmişti. İlk işimiz bu çarşıyı kaldırmak oldu. Sarnıçların arkeolojik kazı çalışmaları ise halen devam ediyor.   Kısacası, Meydan kent içi dolaşımında, gözlerden gizlenen ve ulaşılamaz bir konumdaydı. Bu unutulmuş ve bakımsız kalmış alanın kent dokusuna ve kent hayatına yeniden kazandırılması gerekiyordu. Ayrıca, Meydan’a ve Meydan’ın açıldığı alanlara engelli ulaşımı da mümkün değildi. Hem anlamsal, hem de fiziksel açıdan Meydan’ın ulaşılabilir olması gerekliliği vardı. Tamamen otopark olarak kullanılan alanın kente yeniden kazandırılması gerekiyordu.  

...
Ordu Caddesi’nden Beyazıt Meydanı’na çıkış. Projeden öncesi ve sonrası (Fotoğraf: UrbAr)

>> Projeyi geliştirme sürecinizden bahsedebilir misiniz? Beyazıt Meydanı projesini tasarlarken nelere dikkat ettiniz?    

Beyazıt Meydanı Kentsel Tasarım Projesi üzerinde 2012 yılında UrbAr Kentleşme ve Mimarlık Ofisi olarak çalışmaya başladık. Ortak olarak birlikte çalıştığım Ali Kural, ODTÜ Mimarlık lisans sonrasında Harvard Üniversitesi’nde Kentsel Tasarım ve Mimarlık Yüksek Lisans Derecesi aldı. Ben ise doktora çalışmamı ODTÜ'de 16.-18.yüzyıllar Osmanlı kent peyzajı üzerine tamamladım. Bu sırada hem Bizans hem de peyzaj araştırmaları konusunda öncü olan Harvard Üniversitesi’ne bağlı olan Dumbarton Oaks Enstitüsü’nde araştırmacı olarak bulundum.  Doktora çalışmam Şehrengiz Urban Rituals and Deviant Sufi Mysticism in Ottoman Istanbul adı ile Ashgate/Routledge yayınevi tarafından 2014 senesinde yayınlandı. İlgilenenler için İstanbul Bilgi Üniversitesi kütüphanesinde bir kopyası var. Mimarlık mesleği pratik ve teorinin birbirinde ayrılmadığı ve ayrılmaması gereken bir alan. Benim de akademik çalışmalarımın yanı sıra, her zaman pratik ile içi içe bir meslek ilişkim oldu. Ekibimizin formasyonu, Beyazıt Meydanı projesi için çok uygundu. Aldığımız eğitim ve uzmanlıklarımızın ek olarak Alaçatı Meydanı, Değirmenaltı Parkı gibi tasarlamış olduğumuz kamusal alanlar, peyzaj projeleri, kentsel tasarım projeleri, böylesine bir kent meydanını tasarlama sürecinde gerçekten de çok faydalı tecrübeler oldu.

İBB’nin daveti ile 2012-2013 senelerinde Beyazıt Meydanı için 6 adet alternatif proje ürettik. Bu zaman zarfında, Beyazıt Meydanı Kentsel Tasarım Projesi’nin yanı sıra, ilk olarak Çemberlitaş Meydanı’ndan Kapalıçarşı Meydanı’na kadar yer alan tüm yaya aksları ve meydanlarının kavramsal projelerini hazırladık. Bugün uygulanmış olan bu meydan ve akslar, bizim kavramsal projelerimiz çerçevesinde geliştirilip inşa edildi. Yine aynı zaman zarfında taşıt yolu olan Vezneciler Alt Geçidi’nin yenilenmesi esnasında, üst geçit örtüsünün Meydan ile olan ilişkisini düzelterek yapısal akslarının kaydırılmasını sağladık.  

Yaklaşık yedi senelik uzun bir aradan sonra Temmuz 2020 tarihinde Sayın Ekrem İmamoğlu’nun daveti ile UrbAr Kentleşme ve Mimarlık Ofisi olarak tekrar alan üzerinde çalışmaya başladık. Hazırladığımız proje, 2021 Haziran ayında, Kültür Varlıkları 1. No’lu Yenileme ve 4. No’lu Koruma Kurulları’nın ortaklaşa gerçekleştirdiği oturumda onaylandı ve hemen akabinde Ağustos 2021 tarihinde de inşaata başlandı. Bir sene içinde 2022 sonbaharında da projenin inşaatı tamamlandı.  

Çevresi müze gibi tarihi eserlerle çevrili bir alanda çalışmak sorumluluk gerektiriyor. Biz 2020 yılında sürece yeniden davet edildikten sonra, iki önemli olgu vardı karşımızda. Birincisi alanı bir an önce yeniden halkın kullanımına kazandırma isteği; diğeri ise Taksim Meydanı ve Sultanahmet Meydanı gibi önceki dönemlerde yenilenen meydanların kimliksizleşme ve kent hafızasındaki imgelerinin kaybedilmesi endişesi. Bu bağlamda Beyazıt Meydanı’nın kent hafızasındaki mekansal büyüklüğünü, aynı şekilde korumak istedik. Ancak, Meydan’ın tanımsız hali çeperlerin belirsizliğinden kaynaklanıyordu. Meydanın fiziksel sınırlarını oluşturan çeperlerini yeniden tasarladık. Yeni dinlenme ve seyir terasları ile yeniledik. Meydana ulaşan yaya akslarının hepsini engelli erişimine uygun tasarımlar ile ele aldık.

Beyazıt Meydanı’nı tasarlarken yeni bir kentsel okuma önerdik. Meydan’da yer alan anıtlar arasında da matematiksel ve görsel ilişkiler keşfettik. Tasarımıza geometrik keşiflerimizi de katarak, bugün alanda gezerken deneyimlediğiniz çok katmanlı yer döşeme desenini oluşturduk. Bu yer deseninin de çok katmanlı bir hikayesi var. Hem farklı ölçekleri birbirine bağlıyor, hem anıtları ilişkilendiriyor, hem tarihi bir okuma, hem de estetik bir iz. Meydan’ın tüm anıtları ile birlikte dile gelmesine ve kendini anlatmasına olanak veriyor.

Ayrıca, az önce de anlattığım gibi, Bizans’tan Osmanlı’ya, tasavvuftan Batılılaşma’ya, gelenekselcilikten reformlara, saraydan seküler eğitime, farklı siyasi ideolojilere kadar Beyazıt Meydanı anlamsal olarak da çok yüklü bir alan. Eğer Beyazıt Meydanı geniş anlamı ile bu yüklü anlamların odak noktası ise, bu alana ulaşmak da belirli bir kentsel törensel pratiği gerektiriyor olmalı diye düşündük. Kademeler halinde dinlenme ve seyir teraslarında soluklanarak ve alana ulaşan yaya akslarında anıtların görselliğinin ve görsel ilişkilerinin temiz açık vistalarla yeniden kurgulandığı bir seri yaya aksı ve mekanlar silsilesi ile ilerlemek, dolayısıyla bu tüm farklı anıtları ve onların kent tarihi içinde edindikleri farklı anlamsal zenginlikleri hissederek yaklaşmak projemizin planında yaşatmak istediğimiz bir kurgu oldu.   

Ama bunu da ihtişam veya görkemli simetriler veya akslar ile değil, daha ziyade teklifsiz, asimetrik kurguların ön planda olduğu tasarım stratejileri ile gerçekleştirmeye çalıştık. Bu alt alanları yani terasları oluştururken, alanda bulunan ve bazısı 300 yaşını geçmiş olan anıt ağaçları da onurlandırmaya ve kentliyi onların gölgesinde soluklanmaya davet eden mekanlar yaratmaya çalıştık. 

Meydanı hem gündüz, hem de gece yaşanabilir kılmak adına ışıklandırma tasarımı için de özel detaylar tasarlayıp ürettik. Meydanı gece de gezmenizi tavsiye ederim.    

...
Deniz Çalış Kural, meydana bakan Avlu Akademi’de öğrencileriyle beraber kent tarihi hakkında sohbet ederken...

>> Beyazıt Meydanı’nda hayata geçirilecek projede mimar Turgut Cansever’in 1958 yılında tasarladığı ancak belirli nedenlerle kısmen uygulanan projesinin referans alınacağı açıklanmıştı. Bu doğrultuda Cansever’in projesi tasarımınıza nasıl yansıdı?   

Bu soru için teşekkür ederim. Bu konuda yanlış bir bilgilendirme ve büyük bir yanlış anlaşma var. Ben de sizin aracılığınızla bu konuya açıklık getirmek isterim. 2018-2020 yılları arasında Turgut Cansever'in 1958 yılında tasarladığı projenin yeniden ele alınması için yoğun bir çaba olmuş. Biz bu durumu sonradan öğrendik. Ancak söz konusu proje hataları sebebiyle zamanında uygulanamamış ve günümüzde de uygulanması mümkün değil. Bu çok farklı sebeplerden en çok ön plana çıkan da şu: Cansever, kentsel meydan oluşturma stratejisini, meydanı yeni inşa etmek istediği yapılarla çevreleyerek kurgulamış. Ancak 1958 yılında bile 16. yüzyıla tarihlenen yapıların önüne ve çevresine yeni yapılar yapılması uygun bulunmamış ve bu yeni yapıların yapılmasına izin verilmemiş. Dolayısı ile Cansever'in stratejisi çökünce, geriye anlamlarını yitirmiş istinat duvarları, setler, yapay kot farkları kalmış. 2018 - 2020 yılları arasında geçen sürede Cansever projesini canlandırmak için sonuç vermeyen bir çaba harcanmış. Zaman kaybedilmiş ve maalesef İBB yöneticileri de bu konuda yanlış yönlendirilerek, kamuoyunu yanıltıcı bilgilendirmeler yapmak durumunda kalmışlar. Tekrar dile getirmek isterim ki tasarımımızda, Cansever Projesi’ni referans almadık. Bu hususta, üç önemli noktaya değinmek isterim.

Birincisi, projenin ana fikri ile ilgili. Bizim projemizin ana tasarım kriteri Cansever Projesi’nin yaklaşımının tam aksi yönünde gelişti. Biz projemizde, kentin farklı katmanlarının, çelişkilerinin, uyuşmazlıklarının, tüm farklı dönemlere ait kentsel, toplumsal ve mekânsal dinamiklerin tümünün önünü açan; bu dinamikleri bir arada var olmaya teşvik eden, özgürlükçü bir tasarım ilkesi benimsedik. Bu noktada, bizim projemizde önerdiğimiz birliktelik, uzlaştırmacı tavır ve tarihin tüm dönemlerine eşit uzaklıktaki duruşumuz, Cansever Projesi ve sonrasında gelişen okumalardan tamamen farklı oldu.

Cansever Projesi, daha sonrasında üzerinde çok konuşulan bir proje. Bu anlatılarda Meydan’ın, kıbleye yönelik olduğu ve alanın cami ana aksları ile tanımlandığı; Cansever Projesi’nin, daha tasavvufi bir mekan anlayışı ile cami-kent ilişkisini ön plana çıkardığı vurgulanıyor. Halbuki bu oldukça tekil ve neredeyse de yanlış bir vurgu. Hatta, Cansever’in takipçileri Batılılaşma Dönemi ve Osmanlı’nın geçirdiği reformlarla da ilişkilendirilen İstanbul Üniversitesi Serasker Kapısı ile özellikle Tanzimat Fermanı’nın mimarı olarak bilinen Mustafa Reşit Paşa Türbesi’ne ait olan açılı yerleştirmelerin de hatalı olduğunu söyleyecek kadar ileri gidiyorlar. Tekrar söylemek gerekirse, Beyazıt Meydanı çok katmanlı bir tarihe sahip ve bu nedenle de özünde çok katmanlı ve çok zengin mekan geleneklerini barındırıyor. Halbuki Cansever projesinde bu zenginlik maalesef göz ardı ediliyor.  

İkinci vurgulamak istediğim husus daha çok mimari ve kentsel formlar ve kentsel aksların Cansever Projesi ile bizim projemizdeki farklı ele alınışları ile ilgili. Cansever Projesi, alanın var olan ve tarihten gelen mekânsal dinamiklerini okumak ve değerlendirmek yerine, maalesef Meydan’ı kente ait olmayan bir takım yabancı operasyonlarla tanımlamaya çalışıyor. Biraz önce söylediğim gibi, bu hatalardan ilki kentsel boşluğu mimari yapılarla tanımlamak istiyor. Bunu yapamıyor. İkinci hatası ise, ana kentsel aks ve Meydan’ın en önemli giriş noktalarından biri olan Ordu Caddesi yaklaşımında, halihazırda var olan ve Bizans’tan bu yana süregelen görsel ve mekânsal ilişkileri görmüyor; onun yerine Ordu Caddesi üzerinde oldukça yapay, alana yabancı bir geometri ile oturan ve mevcut dokuyu da tahrip edecek ikincil bir meydan öneriyor. Sağlıklı bir mekânsal ilişki kurulamadığı için biz devraldığımızda- daha öncede belirttiğim gibi - Ordu Caddesi girişi büyük bir otopark olarak kullanılıyordu. Aynı şekilde, Cansever Projesi, Şehzadebaşı ile olan bağlantıyı da betonarme bir çarşı yapısı ile kapıyor. Alanın en önemli kentsel bağlantılarından ve kent tarihinde de Divan Yolu Aksı’nın Haliç’e paralel olarak yön değiştirdiği dönüşüm noktasını yok sayıyor ve bu bağlantıyı kesiyor. Bu sebeplerle, Cansever Projesi, Meydan’ı kentsel dinamiklerinden koparıp, onu kente yabancılaşmış, atıl bir alan haline getiriyor. Bu bağlamda, bizim projemizdeki amacımız ise, meydanı kentin tüm yaya aksları ile bağlamak oldu. Bunu da çok başarılı bir şekilde yaptığımızı, kent ve kent tarihi ile daha sağlıklı ilişkiler kurduğumuzu söyleyebilirim.  

Üçüncü vurgulamak istediğim nokta ise, bütün hatalarına rağmen, Turgut Cansever Projesi’nin kent hafızasında bir yer edinmiş olması durumu. Cansever Projesi’nde, İstanbul Üniversitesi Giriş Kapısı’na çıkan altıgen bir merdiven ve bu altıgen merdivene takılmış olan bir de dar merdiven vardır. Enteresan bir bilgi, bu merdivenler 2015 sonrasında yıkılıyor, sonra tekrar inşa edilip, ikinci kez tekrar yıkılıyor. Biz proje alanını aldığımızda merdivenler yoktu. Bu ikili merdiven, kent hafızasını korumak adına rekonstrüktif olarak yeniden inşa edildi. Bunu da belirtmek isterim.

>> Yenilenen meydanda İstanbulluların meydanla ilişkisini iyileştirecek ne tür düzenlemeler yapıldı?  

Meydan dediğimiz zaman çoğunlukla aklımıza bir kentsel boşluk geliyor. Bu boşluk tabiri yoksunluk anlamında algılanmamalı. Boşluk, farklı aktivitelere olanak sağlayacak ve kentlinin farklı biçimlerde varolabilmesine aracı olabilecek zenginlikleri sunan, ama bireye ve topluma ne yapması gerektiğini asla dikte etmeyen, bir fırsatlar ve özgürlükler mekanı olarak algılanmalı: Kentsel boşluğu, kentsel bir sahne gibi düşünebiliriz. Bizim tasarımımızda bu kentsel sahnenin kentle olan ilişkisini daha sağlıklı bir hale getirmeye çalıştık.

Tasarladığımız teraslar ve bakı noktaları ile Meydan’da sahnelenen kentsel hayatı tadına vararak deneyimleyebilme; hem Meydan’ın, hem de İstanbul’un sunduğu zengin kentsel hayatı seyredebilme olanağı sunduk.

Hem Meydan’ı yeniden tasarladık, hem de onu kentin farklı noktalarına bağlayan çeper ilişkilerinin yeniden kurgulanmasına özen gösterdik. Özellikle çeperde, Meydan’a ulaşan ve ona açılan yaya girişlerinin tümünü birer geçiş mekanı olarak tariflerken, aynı zamanda bu geçişleri birer duraklama mekanı olarak tasarladık. Böylece, Meydan’da sahnelenen kentsel hayatı tadına vararak deneyimleyebilme; bu duraklama terasları ve bakı noktalarında, hem Meydan’ın, hem de İstanbul’un sunduğu zengin kentsel hayatı seyredebilme olanağı sunduk.  

Bu bağlamda, Beyazıt Meydanı Kentsel Tasarım Projesi kapsamında Beyazıt Meydanı’na 15 farklı kentsel akstan akışkan giriş alanları tanımlanmıştır. Böylece, meydanın kent ile entegrasyonu sağlanmıştır. Yaya alanı olarak tanımlanan Ana Meydan’a (13800 m2) ek olarak, dinlenme terasları (10 adet); açık sınıf olarak da kullanılabilecek “Avlu Akademi” adıyla isimlendirebileceğimiz çökertme avlulardan oluşan minik amfiler (3 adet); İstanbul Üniversitesi önünde, Meydan ve Marmara Denizi manzaralı bir Serasker Bakı Terası yer almaktadır. Meydanda yaya dolaşımı birbirine bağlanan farklı kotlardaki dinlenme terasları haricinde, 2 adet ağaçlandırılmış teras merdiven ve tüm kotları birbirine bağlayan toplamda 240 metre uzunluğunda olan 4 farklı engelli rampası ile sağlanmaktadır. Ayrıca, proje dahilinde tarihi Küllük ve Çınaraltı kahve yapılarına atıfta bulunan iki geçici yapı tasarlanmıştır. 16 tanesi tescilli – biri yaklaşık 375 yaşında olan - anıt değerine sahip olan toplam 174 mevcut ağaç korunmuş olup, ek olarak dikimi yapılanlarla birlikte toplamda yaklaşık 350 adet ağaçla, 3800 m2 de peyzaj alanı tasarlanmıştır.

>> Beyazıt Meydanı’nda belleğinizde yer tutan, sizin için önemli olan bir anınız var mı?  

Bu soruya vereceğim ilk cevabım, Eylül 2022’deki Açılış Töreni’nde İBB Büyükşehir Belediye Başkanımız Ekrem İmamoğlu’nun, açılış töreninde projenin mimarları olarak bizim ismimizi duyurması ve bizi çok büyük bir samimiyetle kutlaması, Beyazıt Meydanı ile ilgili en önemli anım oldu diyebilirim. Bu sadece kendi adımıza bir başarı değil, mimarlık camiası adına, kamusal alanda mimarların ve tasarımcıların anılması; emeklerinin tanınması ve tanıtılması açısından da çok önemli bir andı.

...
Beyazıt Meydanı açılış töreni (Fotoğraf: İBB)

Sorunuza daha uzun bir cevap vermem gerekirse, - bugün nüfus kağıdımda enteresandır ki Kalenderhane, Beyazıt yazmasına rağmen- ben, Ankara’da doğdum ve büyüdüm. Beyazıt Meydanı, bir mimar ve mimarlık tarihçisi olarak bu kentsel mekanı deneyimlememden çok daha öncesinde, hafızamda önemli bir yere sahipti. Meydanla ilk ilişkim oldukça kişisel. Anneannem, İstanbul Üniversitesi Kimya Bölümü’nden, dedem de İstanbul Üniversitesi Yüksek Kimya Mühendisliği’nden mezun. Çocukluğumda dinlediğim Beyazıt, onların İstanbul’daki öğrencilik yıllarının merkezinde yer alan bir mekan. Meydan ile ikinci ilişkim ise daha akademik. Doktora çalışmalarım sırasında yaptığım araştırmalarda karşıma çıkan gizemli, masalımsı, kalabalık, sesli bir Beyazıt Meydanı var. Meydan’da, Osmanlı’da kent kültürü ile ilişkilenen Şehrengiz şiiri türünde eser veren 16. yy şairi Zati’nin - geçimini sağlamak için - açtığı bir dükkan var. Zati, ısmarlama yazdığı şiirlerinin yanı sıra, burada fal bakıyor, muska satıyor. Bir kısa not eklemem gerekirse, benim doktoramda çalıştığım Şehrengiz şiirleri kent kültürü ile ilişkili anlatılar barındırmasına rağmen, kente dair fiziksel betimlemeler ve kenti birebir olarak hayal etmemizi sağlayacak ipuçlarını bizlere vermiyor. Ancak, şair Zati’nin Beyazıt’ı; Beyazıt’taki dükkânı ve yaşam mücadelesi oldukça gerçekçi.

Üçüncü olarak bahsetmek istediğim anım ise, politik tarihimizle ilgili. Meydanda ön plana çıkan Beyazıt Camii ve İstanbul Üniversitesi Serasker Kapısı hepimizin bildiği anıtlar. Ama bu ihtişamlı yapılara ek olarak, meydanın bir köşesinde neredeyse gözlerden gizlenen, ama aynı zamanda da tüm meydanı gözlemleyen bir konumda yerleştirilmiş, Osmanlı tarihine yön veren ileri görüşlü bürokrat ve Tanzimat’ın mimarlarından Mustafa Reşit Paşa’nın, ünlü Mimar Fossati tarafından tasarlanan türbesi de Beyazıt Meydanı’nda yer alıyor. Alanı ilk defa çalışırken, bu yapı ile karşılaşmamı hala hatırlıyorum. Tabii Meydan’ın kent içindeki politik ve ideolojik yeri sadece Reşit Paşa ile sınırlı değil. Meydan, bu bağlamda çok zengin bir tarihçeyi barındırıyor.   Söylemek istediğim, Beyazıt Meydanı bir yandan egemen gücün kente müdahalesini – hatta müdahalelerinin çok katmanlı izlerini barındıran ve sergileyen bir kamusal alan; bir yandan da kişisel tarihçeleri, günlük hayata dair anıları, geçim derdini, farklı varoluş çabalarını geçmişte yaşanmış anlatılar olmaktan kurtaran; fiziksel gerçekliği ile anıları, anlatıları, geçmiş zamana dair hikâyeleri - yani tarihimizi somutlaştıran ve tarihimize gerçeklik katan bir kentsel alan. Bu gerçeklik, meydanı hem anılarımızda ve kişisel hafızamızda, hem de toplumun farklı kesimlerine ait olan kent belleğinde (belleklerinde) önemli bir konuma yerleştiriyor. Özetlemek gerekirse, Meydan’la kişisel olarak kurduğum ilişki, Beyazıt Meydanı’nı ve aynı zamanda da kenti tekrar ve tekrar keşfettiğim anılarla zenginleşti.

Kapak Fotoğrafı: İBB