İNSAN VE TOPLUM
05 Ocak 2021

Komplo teorilerine inanç ve kurumlara güvensizlik infodemiyi tetikliyor

TÜBİTAK destekli “İnfodemi ile Etkin Mücadele” araştırma projesinin bulgularına göre toplumun yüzde 56’sı COVID-19’un biyolojik silah olduğuna, yüzde 44’ü virüsün yaşlı nüfustan kurtulmak için üretildiğine inanıyor. Kurumlara duyulan güvensizlik, komplo teorilerine inanç ve bilgiyi doğrulamama infodemiyi artıran nedenler arasında.

...
İnfodemi Dünya Sağlık Örgütü tarafından “kriz anlarında insanların büyük oranla yanlış bilginin yaygınlığı sebebiyle güvenilir ve doğru bilgiye erişememeleri ve bu yanlış bilginin çok hızlı yayılması” olarak tanımlanıyor.

Koronavirüs pandemisi sürecinde bireylerin bilgi alma süreçleri ve yanlış bilgi karşısındaki tutumları pandemiyle mücadeleyi etkileyen unsurlar arasında yer alıyor.

BİLGİ Uluslararası İlişkiler Bölümü tarafından yürütülen TÜBİTAK destekli “İnfodemi ile Etkin Mücadele için Bireylerin Yanlış Bilgi Karşısındaki Tutumlarının ve Bu Tutumların Belirleyicilerinin Araştırılması: COVID-19 Örneği” araştırma projesinin sonuçları Prof. Dr. Emre Erdoğan, Prof. Dr. Pınar Uyan Semerci, Dr. Gizem Türkarslan ve Cankut Kuzlukluoğlu’nun yer aldığı proje ekibi tarafından kamuoyuyla paylaşıldı.

Proje, infodeminin Türkiye’de kaynaklarını, yayılma nedenlerini, biçimlerini ve etkilerini incelerken kriz durumlarında infodeminin önüne geçebilecek önleme mekanizmalarının geliştirilebilmesine katkıda bulunmayı hedefliyor.

Araştırma kapsamında, ilk olarak COVID-19 salgını sürecinde bireylerin salgın hakkında yanlış bilgileri hangi kaynaklardan edindikleri ve nasıl yaygınlaştırdıkları Twitter verileri kullanılarak incelendi. Bu amaçla 5.4 milyondan fazla tweet arasından örneklem yöntemiyle çekilen yaklaşık 7.436 internet bağlantısının götürdüğü içerikler Mart-Haziran ve Ağustos-Kasım ayları olmak üzere iki ayrı dönemde analiz edildi. Bu tweetler üzerinden yanlış bilginin yaygınlık derecesi, hangi özelliklere sahip olduğu ve nasıl yayıldığı araştırıldı. Yine araştırma kapsamında 48 kişiyle derinlemesine görüşme ve 1629 kişilik bir örneklemle yüz yüze anket çalışması yapılarak bireylerin yanlış bilgi karşısındaki tutumları ve bu tutumların nedenleri incelendi.

Bilimsel bilgi birikimi arttıkça infodemi azaldı

Twitter verileri üzerine yapılan araştırmanın bulgularını paylaşan Cankut Kuzlukluoğlu, pandeminin başlangıcına denk düşen Mart-Haziran aylarını kapsayan dönemde COVID-19’a dair bilimsel bilgi eksikliğinin infodemiye yol açtığını belirtiyor. Bu dönemde tweetlerde incelenen internet bağlantılarının yüzde 5.7’sinin COVID-19 süreciyle ilgili yanlış bilgiler içerdiğini belirten Kuzlukluoğlu, araştırmanın incelediği ikinci dönem olan Ağustos-Kasım aylarında ise bu oranın yüzde 3.4’e düştüğünü dile getiriyor. Kuzlukluoğlu’na göre bu düşüşte COVID-19’a karşı geliştirilen bilimsel bilgi birikimi ve Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) de dâhil olduğu birçok aktörün infodemi tehlikesine dikkat çekmesi etkili oldu.

Türkiye’de salgın dönemindeki Twitter gönderilerinde COVID-19’a dair yanlış bir bilgi ile karşılama oranı yüzde 4,7. Bu içeriklerin yüzde 25’i tamamen uydurma içeriklerden oluşuyor. 

Araştırma verilerine göre Mart-Haziran dönemindeki yanlış bilginin yüzde 42’si köşe yazılarından kaynaklanırken yüzde 58’i haber içeriklerine dayanıyor. Ağustos-Kasım döneminde ise köşe yazıları aracılığıyla yayılan yanlış bilginin oranı yüzde 9’a düşerken, bu oran haberlerde yüzde 91’e çıkıyor.

Her iki dönemde de özellikle ABD, Çin, AB ülkeleri ve Türkiye’deki vaka sayıları veya bu bölgelerdeki yetkili kişi ve kurumların eylemleri üzerine iddialar ön plana çıkıyor. İki dönem kıyaslandığında infodeminin COVID-19 gelişmeleriyle ilişkili olduğunu belirten Kuzlukluoğlu, ilk dönemde virüsün kökenine, ikinci dönemde ise aşılara yönelik komplo teorilerinin yoğunluğuna dikkat çekiyor.

Doğrulama mekanizmaları kullanılmıyor

Araştırma kapsamında 48 kişiyle yapılan derinlemesine görüşmelerin bulgularını paylaşan Dr. Gizem Türkarslan, bireylerin bilgiyi paylaşırken doğru veya yanlış olduğunu ayırt edemediklerini ve bilgiyi genellikle herhangi bir doğrulama mekanizmasına sokmadan paylaştıklarını belirtiyor. 48 kişi arasından yalnızca genç, sosyal medya kullanan, eğitim seviyesi yüksek 5 kişinin kısıtlı bir doğrulama pratiğiyle bilgi paylaşımı yaptığını belirten Türkarslan, yaygın kullanılan doğrulama kaynaklarından yararlanılmadığını söylüyor.

Görüşme yapılan bireylerin anlatılarına göre salgın başında çok yoğun bir şekilde gerçekleşen bilgi paylaşımına pandeminin neden olduğu korku, kaygı, panik, endişe, merak gibi duygular eşlik ederken yanlış bilgi az da olsa sosyal medya ve ağırlıklı olarak mesajlaşma grupları üzerinden yakın çevre ile paylaşılıyor.  

Türkarslan, “Kişiler bilgi ekosistemine dair yoğun bir güvensizlik duyuyor. Bu güvensizlik kişilerin politik görüşlerine göre hükümet, siyasetçiler, üst düzey bürokratlara yönelik olabildiği gibi DSÖ gibi uluslararası örgütlere, Bilim Kurulu, Sağlık Bakanlığı, yerel yönetimler gibi ulusal kurumlara ve çeşitli medya araçlarına karşı da öne çıkıyor. Güven duygusu olmadığı için doğru ile yanlış bilgi ayrımı yapılamıyor. Bu nedenle bireyler komplo teorilerine ve bu karmaşık durumu basitleştiren büyük anlatılara inanmaya daha açık oluyor ” diyor.

Düşük medya okuryazarlığı, kurumlara güvenmeme, ‘paylaştığım bilgi yanlış olsa ne olur’ yaklaşımı, bireyin yanlış bilgi ile manipüle edilemeyeceğine duyduğu güven ve haberlerden kaçma tutumu paylaşılan bilginin doğrulanmamasının nedenleri arasında.

Komplo teorilerine en çok emekli ve işsizler inanıyor

Araştırma kapsamında Türkiye’de 29 ilin kentsel ve kırsal bölgelerinde 1629 kişiyle yapılan anket çalışmalarının sonuçlarını paylaşan Prof. Dr. Emre Erdoğan, Türkiye’de komplo teorilerine inananların oranının yüksek olduğuna ve eğitim düzeyi düşük, emekli ve işsiz kişilerin komplo teorilerine inanmaya daha eğilimli olduğuna dikkat çekiyor.

Prof. Dr. Erdoğan’ın paylaştığı verilere göre görüşülenlerin yüzde 77’si “dünyada halkın hiç haberdar olmadığı önemli şeyler olduğuna” inanırken yüzde 63’ü siyasetçilerin kararlarının ardındaki gerçek niyetlerini vatandaşlara söylemediğini düşünüyor. “Birbiriyle ilişkisiz gibi gözüken olayların gizli eylemlerin sonucu olduğuna” ve “siyasi kararları etkileyen gizli örgütler olduğuna” inananların oranı ise yüzde 51 düzeyinde. Katılımcıların yüzde 45’i ise hükümetin bütün vatandaşları gözetlediğini düşünüyor.

Toplumun yüzde 56’sına göre COVID-19 biyolojik silah 

  • Görüşülenlerin yüzde 56’sı COVID-19’un ABD ya da Çin gibi büyük güçler tarafından üretilen bir biyolojik silah olduğuna inanıyor.
  • Yüzde 52’lik bir kesim hükümetlerin verdiği COVID-19 istatistiklerini güvenilir bulmuyor.
  • COVID-19’un Çin’deki bir laboratuvarda üretilip bir kaza sonucu dünyaya yayıldığına inananların oranı yüzde 50. 
  • Hükümetlerin yaşlı nüfustan kurtulmak için bu virüsü ürettiğine inananların oranı yüzde 44.
  • COVID-19’un ucuz bir tedavisi olmasına karşılık bu tedavinin hala gizlendiğine inananların oranı yüzde 40.
  • COVID-19’un geleceğini yıllar önceden öngörenler olduğunu ancak bu kişilerin susturulduğu görüşünü belirtenlerin oranı yüzde 36.
  • Görüşülenlerin üçte biri COVID-19’un tedavisinin bulunduğunu ancak zenginlere saklandığını söylüyor.

Prof. Dr. Emre Erdoğan, Türkiye’de COVID-19’a ilişkin yanlış bilgilerin yaygın bir şekilde kabul gördüğüne dikkat çekiyor. Anket sonuçları yaşlıların ve komplo teorilerine inananların yanlış bilgiye daha fazla sahip olduğunu ortaya koyuyor.

Anket bulgularına göre, toplumun yarısı işkembe, kelle paça çorbası gibi besinlerin kendilerini COVID-19’dan koruyacağını düşünüyor. COVID-19 yayılmadan önce ABD’de aşısının geliştirildiğini düşünenlerin oranı yüzde 27’yken, virüsün yarasa çorbası yiyenlerden bulaştığını düşünenlerin oranı yüzde 29. Yüzde 18’lik bir kesim maske ve benzeri tedbirler almasa da virüsten korunabileceğine inanıyor. Türkiye’de yaşayanların genetik yapısının COVID-19’a karşı dirençli olduğuna inanan yüzde 15’lik bir kesim bulunuyor.

 

...
Araştırma bulgularına göre komplo teorilerine inanç derecesi aşı karşıtlığını tetikliyor. Toplumun yüzde 28'i hükümetlerin virüsten yararlanarak herkesi aşılamak istediğini düşünüyor. Yüzde 20'lik bir kesime göre ise insanların çok fazla aşı yaptırması COVID-19'un yayılmasına neden olacak.

Komplo teorileri aşı karşıtlığını besliyor

Prof. Dr. Emre Erdoğan, COVID-19 hakkında komplo teorilerine inanç derecesinin aşı karşıtlığını tetiklediğini, buna karşın devlet kurumlarına ve bilim kurumlarına güven arttıkça hangi ülkeden olursa olsun aşı yaptırma eğiliminin arttığını belirtiyor. Araştırma bulgularına göre Almanya’nın geliştirdiği aşıyı yaptıracakların oranı yüzde 39 ile en yüksek orana sahip. ABD’nin geliştirdiği aşıyı yaptıracağını söyleyenlerin oranı yüzde 31’ken; toplumun yüzde 29’u Çin ile Rusya tarafından geliştirilen aşıları yaptıracağını belirtiyor. Türkiye’nin aşı geliştirmesi durumunda bu aşıyı yaptıracaklarını söyleyenlerin oranı ise yüzde 58 düzeyinde.

Kurumlara güvensizlik yanlış bilgi yayma eğilimini artırıyor

Prof. Dr. Emre Erdoğan, “Yanlış bilgilere inanmanın genel olarak kurumlara güven derecesiyle ilişkili olduğunu görüyoruz. İnsanlar kurumlara güvenmedikleri zaman onların ürettiği bilgiye de inanmıyorlar. Siyasal kurumlara daha az güvenen insanlar, yanlış bilgi yaymaya daha fazla eğilimli oluyorlar. Yaptığımız çok değişkenli analizlere göre gençler, işsizler ve eğitim düzeyi yüksek bireylerin devlet kurumlarına daha az; orta yaşlılar, kırsal kesimde yaşayanlar ve ev kadınlarının ise daha fazla güvendiğini görüyoruz. Komplo teorilerine inanç arttıkça devlet kurumlarına güven de azalıyor” diyor. Araştırma bulgularına göre üniversiteler, TTB ve DSÖ gibi bilimsel kurumlara 55 yaş ve üstü olanlar, kadınlar ve öğrenciler daha fazla güvenirken eğitim düzeyi arttıkça bu kurumlara güven de yükseliyor.

İnfodemiyle mücadele için neler yapılmalı?

İnfodeminin önüne geçilmesi için alınması gereken önlemlere ilişkin konuşan Prof. Dr. Pınar Uyan Semerci, “Araştırma bulguları, komplo teorileri de dâhil olmak üzere yanlış bilgi yayma konusunda bir farkındalık eksikliği olduğunu ortaya koyuyor. Yanlış bilgi yaymanın sonuçlarını göstererek, özellikle sağlık alanında yol açabileceği durumların ne kadar hayati olduğunu vurgulayarak kişileri doğrulama yapmaya ve bilinçli paylaşıma teşvik etmeliyiz. Kurumların daha fazla şeffaflık ve katılımcılığı sağlayarak kendilerine duyulan güvensizliği nasıl tersine çevirebilecekleri üzerine düşünmeleri gerekiyor. Bilimsel bilginin özellikle tıp alanında erişilebilir kılınması ve topluma yayılması infodemiyle mücadelede önem taşıyor” diyor.