Hukuk, etik ve adalet üzerine düşünmeye davet eden bir film: İki Şafak Arasında
BİLGİ Hukuk ve Sinema Bölümleri mezunu Selman Nacar’ın ilk uzun metrajlı filmi “İki Şafak Arasında” 58. Antalya Altın Portakal Film Festivali ve Boğaziçi Film Festivali’nden pek çok ödülle döndü. Nacar ile hukuk ve vicdana dair sorular soran filmi üzerine konuştuk
“İki Şafak Arasında” yönetmen Selman Nacar’ın ilk uzun metrajlı filmi. Dünya prömiyerini San Sebastian Film Festivali’nde yapan film, 58. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde Dr. Avni Tolunay Jüri Özel Ödülü, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü ve Cahide Sonku Ödülü; Boğaziçi Film Festivali’nde En İyi İlk Film Ödülü ve En İyi Erkek Oyuncu Ödülü; Sırbistan Free Zone Film Festivali’nde ise En İyi Film Ödülü’ne layık görüldü. Önümüzdeki günlerde ise 39. Torino Film Festivali Ana Yarışmada İtalya Prömiyerini gerçekleştirecek.
Film, bir aile işletmesi olan tekstil boyama fabrikasında gerçekleşen iş kazası ardından bir gün içinde yaşanan gelişmeleri ele alıyor. Ailenin küçük oğlu Kadir’in kazanın hukuki sorumluğundan en hafif şekilde sıyrılmak isteyen ailesiyle vicdanı arasında yaşadığı ikilemi konu alıyor.
İki Şafak Arasında’da seyirciyi hukuk, etik ve adalet kavramları üzerine düşünmeye davet eden Nacar ile film üzerine konuştuk.
>> İki Şafak Arasında yönetmenliğini yaptığınız ilk uzun metrajlı film. 58. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde ve Boğaziçi Film Festivali’nde pek çok ödül aldı. Filmin gösterdiği bu başarı size ne hissettirdi?
Film yapmak çok zorlu bir süreç. Filmin seyircide karşılığını bulması ve takdir alması güzel bir his. Özellikle 58. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde Cahide Sonku Ödülü’ne ve oyuncuların aldığı ödüllere çok sevindim. Cahide Sonku Ödülü filmin yaratım sürecine destek veren film ekibinden kadınlara verilen bir ödül. Feride Çiçekoğlu ve Ezgi Baltaş bana çok destek veren insanlar. Onlara ödül verilmesi benim için çok özeldi. Ayrıca üç oyuncum, Erdem Şenocak, Nezaket Erden ve Mücahit Koçak ödül aldı. Bu da benim için çok kıymetli; çünkü filmdeki oyunculuklara çok çalıştık. Kast sürecinden prova ve set çalışmalarına kadar oyunculuklara çok ciddi emek verdik. Dolayısıyla onların ödül alması beni ayrıca memnun etti.
>> Filmi çekmeye nasıl karar verdiniz?
Başka bir senaryo yazıyordum ve o senaryoda işlemeyen bazı şeyler olduğunu fark ettim. Senaryoda karakterin bir arka plan hikâyesini yazarsam konu üzerine derinleşebileceğimi düşündüm. Kendime on beş, yirmi sayfalık bir not yazdım. Orada Kadir karakteri ve İki Şafak Arasında’nın hikâyesi ortaya çıkmış oldu ve bu beni çok heyecanlandırdı. Diğer senaryoyu bırakıp İki Şafak Arasında’yı yazmaya başladım. Genel olarak yazdığım senaryolarda karakter üzerinden ilerlemeyi tercih ediyorum. Karakter odaklı filmler yapıyorum. Bir karakteri etkileyen dışsal faktörler kadar karakterin içsel yolculukları da çok ilgimi çekiyor. O yüzden Kadir karakteri üzerine düşünerek başladım senaryoya.
Ayrıca hukuk okumuş olduğum için hukuki meseleler, adalet, vicdan, ahlak, etik gibi konular üzerine çok uzun zamandır düşünüyorum. Bu meseleler genelde daha teorik veya entelektüel bir boyutta tartışılır. İnsanlar kendilerini ilgilendirmeyen bir mesele olduğunda üzerine çok rahat konuşabilirler, analitik gözlemler yapabilirler. Ancak bu tür durumlar kendilerinin veya yakınlarının başına geldiğinde sordukları sorulara daha zor yanıt verirler; düşünme süresi uzar. Orada uzayan süre benim çok ilgimi çekiyor; çok sinematografik buluyorum. Biraz bunun üzerine gitmek istedim.
>> Filmin senaryosuna Kadir karakterini yazarak başladığınızı söylediniz. Kadir vicdanlı; ancak istekleri doğrultusunda hareket edemeyen bir karakter. Bu karakterde sizi çeken ne oldu?
Film aslında Kadir’in üzerine kurulu değil. Ben filmin hikâyesini objektif bir yerden anlatmaya çalıştım. Film boyunca yaşanan ikilemlerde seyirciye “sen ne yapardın” diye sormak istiyordum. Bu nedenle Kadir’i filmdeki bütün karakterleri izleyiciyle tanıştıran, hikâyenin akışında gelişmeleri seyirci ile eş zamanlı öğrenen bir karakter olarak kurguladım. Kadir, meselelerin içinden çıkmakta zorlanan, ikilem yaşamaya açık bir karakter. Onun için de seyirciye sormak istediğim soru için çok uygun.
Diğer yandan Kadir klasik bir ana karakter değil. Klasik bir karakter olsaydı, onu ya severdiniz ya da sevmezdiniz. Ama onun durduğu noktada bence iyi veya kötü biri mi bunun net bir cevabını bulamıyorsunuz; çünkü içinde bulunduğu durumlara nasıl reaksiyon vereceğini kendisi de bilemiyor. Bu bana heyecan verici geliyor. Böyle olduğu için de seyirciyi o durumu anlamaya, o durum üzerine düşünmeye yönlendiriyor. Eğer bazı soruların cevabını filmde Kadir’in tavırları aracılığıyla çok net verseydim bu sorular üzerinde düşünme payımız azalırdı gibi geliyor.
>> Filmin hikâyesi 24 saatlik bir zaman diliminde geçiyor. Bunu neden tercih ettiniz?
Yaşanan önemli olaylar karşısında insanın ve aslında çok kuvvetli gibi görünen ilişkilerin ne kadar çabuk değişebileceğini göstermek için böyle bir tercih yaptım. Bir de hikâye kısa bir zaman diliminde geçtiği için filmde çok kısa zaman atlamaları oluyor. Bu sayede film boyunca neredeyse saat saat karakterin yolculuğuna şahit olabiliyoruz. Seyircinin zamanı hissetmesini, o iki şafak arasını yaşamasını istedim.
>> Fabrika makineleri, hem görsel hem de işitsel olarak filmin anlatısında önemli bir yer tutuyor.
Film bir makinenin durmasıyla başlıyor ve bütün problem de bundan ortaya çıkıyor. Filmde fabrikayı merkeze alıp fabrika içindeki ve dışındaki hayatı hem görsel olarak hem de ses dünyasında hissettirmek istedim. Hikâyede geçen bir boya fabrikası; boya fabrikasında da temel olarak yapılan şey bir şeyin renginin değiştirilmesi... Bu da aslında gerçeğin üstünün kapatılmasıyla ilgili bir metafor benim için. Diğer yandan fabrika her şeye rağmen hayatın devam ettiğine ilişkin çok güçlü bir örnek... Ne yaşanmış olursa olsun fabrika çalışmaya devam ediyor. İnsanların dramı da fabrikaların çarkları arasında öğütülüyor. O yüzden evet, fabrika filmin merkezinde önemli bir yerde.
>> Filmde avukat karakteri üzerinden temsil edilen hukukun her zaman adaleti sağlamadığı vurgusu var. Bir hukukçu olarak filmde bu anlamda sormak istediğiniz sorular neler oldu?
Hukuktan ne anlıyoruz? Kanunları mı anlıyoruz? Hukukun işleyişini mi anlıyoruz? Adil olan şey nedir? Hukukun yasalarla görünen bir yüzü var. Bir de pratikte işleyişi var. Bu ikisi karıştırılıyor diye düşünüyorum. Birçok yasa uygulandığında iyi işleyebilecekken uygulamada sorunlar ortaya çıkıyor. Filmde de yasalar ile hukukun işleyişinin adalet duygusu ile nasıl ilişkilendiği üzerine düşündürmek istedim.
>> Film tek plan sahnelerden oluşuyor. Filmin görsel dilini oluştururken ne tür teknik tercihlerde bulundunuz?
Zaman kavramı belirttiğim gibi benim için çok önemliydi. O yüzden filmi çekerken tek planlar kullandım. Bütün sahneler tek plan ve hiçbir sahnede kesme yok. Bunun seyircinin gerçeklik algısını daha çok kuvvetlendirdiğini düşünüyorum. Aynı zamanda uzun planlar yaptığınız zaman her kesme ve kamera hareketi daha kuvvetli bir etki yaratıyor; sahne değişiminin gücünü artırıyor. Kısa bir zaman diliminde geçen bir hikâyede anları bu şekilde daha kuvvetli yakalayabileceğimi düşündüm.
Bunun elbette zorlukları oldu. Bütün sahnelerin başından sonuna dek istediğim haline ulaşmak için çok çaba gösterdim, bazı sahnelerde otuz, kırk tekrar aldığımız oldu. Görüntü yönetmenim, oyuncular ve bütün ekip bu noktada hep benimleydiler; herkes en iyisine ulaşana kadar çok çabaladı.
Kamera hareketlerinin tamamen oyuncunun iç ritmine göre kurgulamaya çalıştım. Oyuncu hareket etmiyorsa kamera da etmiyordu. O yüzden bütün görsel yapıyı karakterlerin iç ritmine göre tasarladım. Bunun yanı sıra, filmin renkleri üzerine çok düşündük. Filmin tutarlı bir renk skalası var; ama filmdeki farklı sosyoekonomik konumlarda olan ailelerin arasında renk paletindeki küçük nüanslarla görsel bir ayrım da yakalamak istedik. Filmin özellikle fabrika sahnelerinde daha soğuk bir atmosfer olsun istiyordum. Bu anlamda daha mavi, yeşil tonlarına geçen dokunuşlar yaptık.
Filmi çekerken sette kurgucumuz vardı ve bir yandan kurgu yaparak ilerledik. Bizimki gibi büyük bütçeli olmayan işlerde film çekildikten sonra bir eksiklik varsa yeniden o mekâna gidip oyuncularla tekrar bir sahne çekmek mümkün olmuyor. Bu yüzden çok dikkatliydik. Her gün çektiğimiz planlar kurgulanıyordu ve sonrasında kontrol ediyorduk.
>> Film Uşak’ta çekildi. Uşak’ta nasıl tepkiler aldınız?
Uşak’ta Yılanların Öcü’nden beri film çekilmediği için Uşaklılar hem heyecanlıydı hem de bize çok destek verdiler. Ben zaten Uşaklıyım. Uzun yıllar Uşak’ta yaşadım. O yüzden de çok iyi biliyorum oranın yollarını, havasını, neyle karşılaşacağımı… Hem ulaşım, hem mekânlar için izin almak İstanbul’a kıyasla daha rahat oldu. Çok paramız yoktu, filmde kullandığımız dekorlar ve objelerin çoğu benim akrabalarımdan geldi. Sanat yönetmenimiz ev ev gezip imece usulüyle eşya topladı. Uşaklılar film sürecinde figüran olarak bulundular, bize mekânlarını açtılar. Şehirden çok ciddi yardım aldık.
>> Filmin bundan sonraki yolculuğu ne olacak?
Film hem yurtiçinde hem yurtdışında festivallere katılmaya devam ediyor. Brezilya, İsrail ve Sırbistan’da gösterildi. Fransa ve İtalya’da gösterilecek. Festival yolculuğunun yanında filmi daha çok insana ulaştırmak için de elimizden geleni yapacağız.
>> Tereddüt Çizgisi yeni film projeniz. 27. Saraybosna Film Festivali'nde proje geliştirme ödülü kazandı.
Tereddüt Çizgisi, bahsettiğim hukuki meseleleri daha fazla merkezine alan bir film. Bir ceza davasının son duruşma gününün etrafında şekillenen bir hikâye. Senaryom uzun zamandır hazır. Şu sıralar oyuncu seçimlerimiz devam ediyor, bitirmek üzereyiz. 2022’de çekmeyi ve 2023 başlarında da seyirciyle buluşturmayı umuyoruz.
‘Film yapmak sürekli ringe çıkmak gibi’
>> Hem hukuk hem de sinema okudunuz. Neden kariyerinize sinemada devam etmeyi seçtiniz?
Hukuk Fakültesi’nde severek okuyordum. Ama içimde bir boşluk vardı, ne yapmak istediğimi arıyordum. Uşak’ta büyüdüğüm için film seti görmemiştim önceki yıllarda. İlk defa İstanbul’da gözlemleme imkânım oldu. Yazıyla ilişkim hep vardı; ama senaryo ve sinemaya dair tecrübem yoktu. BİLGİ’de Sinema Bölümü’nde ilk Feride Çiçekoğlu ile tanıştım, kendisinden dersler aldım. Sinemada yazdığınız hikâyeyi görsel bir şekilde anlatırken, felsefi alt metniyle seyirciye bir duygu deneyimi yaşatıyorsunuz. Ayrıca işin bir organizasyonel kısmı var. Bunun karakterime çok uygun olduğunu hissettim. Sinema Bölümü’nde çift anadal yapmaya karar verdim. Sürekli öğrenmeye devam ettim.
Öğrenciyken çektiğim kısa film Kuyu, başarılı olmuştu, festivalleri gezmişti. Mezun olduktan sonra yurtdışında yüksek lisans yapmanın hem pratik açıdan beni geliştirebileceğini hem de endüstride bir yere girip orada çalışmaktansa böyle bir yol izlemenin daha verimli olacağını düşündüm. Columbia Üniversitesi’nden kabul aldım. İlk defa o zaman aileme ben artık bu yoldayım dedim; çünkü onlar hukukçu olmamı istiyorlardı.
Columbia Üniversitesi’nde kısa filmler çektim; senaryolar yazdım, birçok deneyim yaşama imkânım oldu. Orada üçüncü senedeyken İki Şafak Arasında’nın senaryosunu yazdım. Böyle yavaş yavaş evrildi süreç.
Sinema ile buluştuğum an, bu alanda mutlu olacağıma ve bu yolun bir yere çıkacağına inandım. İçimdeki boşluğu doldurdu sinema. Çünkü ben hikâyeler anlatmak isteyen bir insanım. Dertlerim var. Sinema bunun için çok güzel bir alan. Çünkü görsel ve kuvvetli bir şekilde duygu deneyimi yaşatabiliyor bize. Diğer yandan çok zorlu bir süreç film yapmak. Zaman zaman gerçekten yapmak istiyor muyum diye kendime sorduğum oluyor. Çok çılgınca geliyor. Bir ringe çıkıyorsun, dayak yiyorsun, sonra geri geliyorsun. Sonra o ringe çıkınca yeniden dayak yiyeceğini biliyorsun; ama tekrar çıkıyorsun. Bana başka bir ihtimal yokmuş gibi, sadece bunu yapabilirmişim gibi geliyor. Bir alternatifim var da bunu yapıyorum değil. Mevcudiyetimde bunu yapmaya zorunluymuşum gibi bir his var.