‘Zihinsel bir salgınla da karşı karşıyayız’
Koronavirüs salgınının insan ve toplum psikolojisindeki etkilerini konuştuğumuz Prof. Dr. Tamer Aker, "Zihinsel bir bulaşla da karşı karşıyayız. Korku ve çaresizlik bulaşıyla… Buna çok dikkat etmemiz gerekiyor, çünkü bu neredeyse bir pandemi fobisi haline gelmiş durumda” diyor
Tüm dünyayı derinden etkileyen Koronavirüs pandemisinin insan ve toplum psikolojisine etkilerini BİLGİ Travma ve Afet Çalışmaları Uygulamalı Ruh Sağlığı Yüksek Lisans Programı Koordinatörü Prof. Dr. Tamer Aker ile konuştuk.
Aker’e göre Koronavirüs pandemisinin daha önce karşı karşıya kaldığımız afetlerden farklı en önemli niteliği, güvensizlik, korku ve kaygı gibi duygularımızı tetikleyen yarattığı bilinmezlik durumu.
Salgının sosyal mesafelenme koşullarıyla kültürü ve sosyal destek ağlarımızı da hedef aldığına dikkat çeken Aker, “Biyolojik bir bulaş yaşıyoruz; ama aynı zamanda zihinsel bir bulaşla da karşı karşıyayız. Birbirimize yaydığımız korku ve çaresizlik bulaşıyla… Buna çok dikkat etmemiz gerekiyor çünkü neredeyse bu bir pandemi fobisi haline gelmiş durumda” diyor.
>> Yaşadığımız süreci biyolojik bir afet olarak nitelendirmek doğru mu?
Koronavirüs pandemisini kitlesel bir afet olarak nitelendirmek mümkün. İnsan yaşamını doğrudan tehdit etmesi, toplumları ve topluluk hayatını derinden etkilemesi nedeniyle salgını toplumsal bir travma olarak da nitelendirebiliriz.
Ancak bu sürecin yaşadığımız diğer afetlerden farklı özellikleri var. 2020’de toplum olarak pek çok afet ile karşı karşıya kaldık. Deprem, çığ, uçak kazası yaşadık. Savaşta kayıplarımız oldu. Göç etmek zorunda kalan mültecilerin sınırlarda dikenli tellerle engellendiğine şahit olduk. Tüm bu olaylar bizim az ya da çok bir şekilde kavrayabileceğimiz olaylardı.
Ancak Koronavirüs pandemisiyle daha önce görmediğimiz, bilmediğimiz bir durumla karşı karşıya kaldık ve içinde bulunduğumuz bu durumu idrak etmekte zorlandık. Bu salgının diğer afetlerden farklı olan en önemli özelliklerinden biri, yarattığı belirsizlik ve bilinmezlik durumu.
>> Bu bilinmezlik durumunun toplumda ne tür psikolojik yansımaları oluyor?
Bilinmezlik, insanda güvensizliğe yol açar. Güven, insan türü için çok önemli bir duygudur, çünkü güvensizliğin olduğu yerde yavaş yavaş kaygı ve korku da ortaya çıkmaya başlar. Salgının, dünyanın neredeyse her ülkesini etkilediğini ve bu tehdidin bir süre daha devam edeceğini görüyoruz. Bu tür süregelen tehdit durumları engellenmişlik hissi yaratabilir. Engellenmişlik hissinin ortaya çıktığı durumlar ise öfke ve tahammülsüzlüğe, zaman zaman da çaresizlik, yetersizlik ve çökkünlük hissine neden olabilir.
Ne cenazelerde birlikte yas tutabiliyoruz, ne de düğünlerde mutluluğumuzu paylaşabiliyoruz. Dolayısıyla salgın koşulları, bizi hayatta tutan en önemli noktalardan biri olan sosyal desteğe de darbe vuruyor.
>> Salgın ve beraberinde yaşadığımız sosyal mesafelenme süreci toplumu nasıl etkiliyor?
Salgının yine ayırt edici bir başka özelliği kültürü ve toplumsal yaşamı da hedef alması. Örneğin günlük hayatımızda cenaze törenleri ve düğünlerimiz ortadan kalkmış durumda. Ne birlikte yas tutabiliyoruz, ne de mutluluğumuzu paylaşabiliyoruz. Dolayısıyla salgın koşulları, bizi hayatta tutan en önemli noktalardan biri olan sosyal desteğe de darbe vuruyor. Sosyal desteğin dayanağı olan iletişim ve ilişki altyapımızı sarsıyor.
İnsanlar olarak ilişkiye ihtiyacımız var. Dede, torununa bir şeyler anlatmak durumunda, aileler ortaklaşa bir şeyler paylaşmak durumunda, yaş aldıysam arkadaşlarımla dertleşmek durumundayım ama tüm bunları engelleyen bir “sosyal mesafe” kavramı ile karşı karşıyayım. Diğer yandan salgın hepimize şöyle bir yükümlülük verdi: “Ben sadece kendimden sorumlu değilim; sevdiklerimden de sorumluyum.” Yani yaşadığımız süreç, başkalarına olan sorumluluğumuzu da daha belirgin olarak hissettirdi.
>> Salgının tüm insanları eşitlediği görüşüne katılıyor musunuz?
Bu salgın dünya liderleri de dâhil her kesimden insanı etkiliyor gibi gözüküyor, ancak unutmayalım ki afetler zengini ve yoksulu aynı ölçüde etkilemiyor. Yoksullar daha çok yoksullaşıyor. Küçücük bir virüs, bizim yaşamımız üzerindeki kontrolümüzü, dünya üzerindeki hâkimiyetimizi, iktisat gibi kurduğumuz tüm o görkemli yapıları neredeyse önemli ölçüde çatlatmış durumda. Bu durumun sonuçlarını en çok yoksullar yaşıyor. Yevmiyeyle çalışan insanlar kazanamaz oluyor. Evlerine para, ekmek götüremez oluyorlar. Dolayısıyla yoksulluğu aynı zamanda bir halk sağlığı sorunu olarak değerlendirmemiz gerekiyor.
>> Salgın sürecinde dünyanın her yerinde marketlerde makarna, tuvalet kâğıdı gibi ürünlerin bulunduğu rafların boşaldığına şahit oluyoruz. Bu, ne tür bir psikolojiye işaret ediyor?
Süpermarket yağmacılığının altında yatan etken insanın hayatta kalma dürtüsü. Böyle durumlarda yiyecek istifleme ki bu özellikle karbonhidrattır, aç kalmamak için geçmişten bu yana sürdürdüğümüz, tarihsel kökenleri olan bir alışkanlıktır. Diğer yandan geçmişte pislik özellikle bulaşıcı ve salgın hastalıklar için ciddi bir risk etkeniydi. Büyük olasılıkla bunun yarattığı çağrışım nedeniyle insanlar tuvalet kâğıdı ve temizlik malzemelerini de yiyecek kadar istifleme eğilimi gösterdiler.
>> Bir de eve kapanmanın neden olduğu can sıkıntısı, nasıl vakit geçireceğini bilememe durumu var.
Bu sorunun çıktığı yer, daha çok metropollerde yaşayan kesimler gibi. Oysa ev bizim öteden beri barındığımız, sığındığımız, bizde sıcak çağrışımlar yapan yegâne mekân... Japonların bir sözü vardır, çay hayatı yavaşlatır diye. Çayı hemen içemezsiniz; yudum yudum içer, bir yandan da sohbet edersiniz. Biz toplum olarak bu kültürü bilmemize rağmen hızlı metropol hayatında o çayı karton bardaklarda bir yandan telefonda konuşup diğer yandan toplantıya yetişmek için yürüyerek içmeye alıştık. Tam bu noktada salgın hayatı yavaşlatınca, “E ben şimdi ne yapacağım, evde nasıl vakit geçiririm” diye kendimize sormaya başladık.
>> Koranavirüs salgını, ırkçılığa kadar varabilen bir yabancı düşmanlığını da tetikledi. Bu önyargı ve ayrımcılık psikolojisinin temelinde ne yatıyor?
Yabancı korkusunun temelinde, evrimsel anlamda söylüyorum, çok büyük oranda bu tür bulaşlar yatıyor. Yabancıların bizde yarattığı çağrışım şu: “Kabilemin içine girecek pis, hastalık yapan, ne olduğu bilinmez biri.” O yüzden bu tür salgın durumlarında bir yabancı korkusunun da canlanmasını bekliyoruz. Zaten öyle de oldu. Ne oldu mesela, “Çinliler şunu yiyorlar, hastalık yapıyor” gibi ayrımcı söylemler gelişti, “çekik gözlüler” kötü oldu.
Evet, biyolojik bir bulaş yaşıyoruz; ama aynı zamanda zihinsel ve kültürel bir bulaşla da karşı karşıyayız. Birbirimize yaydığımız korku ve çaresizlik bulaşıyla… Buna çok dikkat etmemiz gerekiyor çünkü neredeyse bu bir pandemi fobisi haline gelmiş durumda. Zihinsel bulaş başladığında hoşumuza gitmeyen söylemlerle, şiddet ve ayrımcılıkla karşılaşabiliyoruz. Bu bir tek Türkiye’de olmuyor. Pek çok batı ülkesinde, Asya’da da olan durum bu aslında.
Korku duygusunu modern metropol hayatında pek sevmiyoruz, ama ona saygı duymamız lazım. İnsan türünün devamını sağlayan yegâne duygulardan biridir korku, o yüzden böyle bir saygıyı da hak eder.
>> Pandemi sürecinin yarattığı bilinmezlik durumunun kaygı ve korku gibi duygularımızı tetiklediğinden bahsettiniz. Bu duyguları ne ölçüde yaşamamız sağlıklı?
Bu süreçte, kaygı, korku, panik ataklar, güvensizlik olabilir. Bunlar zaman zaman insanın uykusunu etkileyebilir. Daha geç uyuyor olabiliriz, her zamankinden erken uyanıyor olabiliriz. Çünkü sürekli kendimizi tetikte ve gergin hissediyor olabiliriz. Dikkatimizi toplamakta güçlük çekiyor olabiliriz. Önceden 10 sayfayı rahatlıkla okurken, bu hızımızın gittikçe azaldığını, odaklanamadığımızı fark edebiliriz. Daha tahammülsüz, daha gergin, daha anlayışsız olabiliriz. Zaman zaman öfke patlamaları gösterebiliriz. Yani insanlar olarak bu tür durumlarda farklı farklı tepkiler verebiliriz. Evden çıkmama ve sosyal izolasyon durumu nedeniyle zaman zaman çökkün, karamsar hissedebiliriz.
Bu tepkilerimizin bir kısmı olağan, beklediğimiz tepkilerdir. Özellikle korku ve kaygı gibi duyguları modern metropol hayatında pek sevmiyoruz. Ama biraz alışmamız lazım. Korkuyu sevelim demiyorum; ama korkuya saygı duymamız, içine girmemiz ve biraz tanımamız gerekiyor. İnsan türünün devamını sağlayan yegâne duygulardan biridir korku duygusu, o yüzden böyle bir saygıyı da hak eder. Bizim savaş- kaç, mücadele tepkilerimizi de belirler. Şu günlerde korkmamız ise çok doğal.
>> Psikolojimizi korumak için ne yapalım?
Şu anda yapacağımız şey mücadele... Her alanda mücadele etmeye ihtiyacımız var. Bireysel alanda mücadele edeceğiz. Dengeli besleneceğiz, düzenli uyumaya çalışacağız, egzersiz yapacağız. Güne, evden çıkmayacaksak bile sanki çıkıyormuş gibi kıyafetimizi değiştirerek başlayacağız. Bir planlamamız olacak, bir hedefimiz olacak. Bazen eski defterleri, eski fotoğrafları açacağız; onlara bakacağız. Uzağımızda olan arkadaşlarımıza online da olsa ulaşmaya çalışacağız. Biraz sıkılacağız ve can sıkıntısı bizde yaratıcılığı ortaya çıkaracak. Yeni hobiler, alışkanlıklar kazanacağız. Bazen biraz tembellik yapacağız, tembellik hakkımızı kullanacağız. Mücadeleyi bireysel düzeyde böyle sürdüreceğiz.
Ve mücadeleyi aynı evde topluluk düzeyinde de sürdüreceğiz. Sosyal mesafe olsa bile birbirimizle daha sık konuşmaya, dertleşmeye çalışacağız. Çeşitli bağlar kurmaya çalışacağız, başka insanlara nasıl yardımcı olabileceğimizi düşüneceğiz.
Diğer yandan korkunun aşırılaşmasını engellemek için doğru bilgiye ulaşmaya çalışacağız. Çünkü o bilinmezliği, belirsizliği anlamaya ihtiyacımız var. Bunu anladıktan sonra da bu işi medya ve basın yayın aracılığıyla takip kısmını biraz sınırlamamız gerekiyor. Ne ile karşı karşıya olduğumuzu kavradıktan sonraki izlemler artık bizim için ek bir korku yükü getiriyor. Buna müsaade etmeden biraz sınırlayıp devam etmemiz gerekiyor. Psikolojik sorunların üstesinden gelebilmemiz için doğru bilgilendirme, doğru bilgilenme ve dayanışmayı bırakmamakta fayda var.